Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine bağlı Yenikent köyü yakınlarındaki Küllüoba Höyüğü, bugün artık yalnızca bir arkeolojik kazı alanı değil; Anadolu’nun şehircilik tarihini yeniden yazdıran bir keşif. Kazı Başkanı Prof. Dr. Murat Türktekin’in ifadesiyle, “Batı Anadolu’da en geniş kapsamlı açılmış ve ortaya çıkarılmış yerleşim yeri” olma özelliğini taşıyan Küllüoba, aynı zamanda “en erken yerleşim dışı mezarlık alanı” ile bilim dünyasında ayrı bir yere konumlanıyor.
M.Ö. 3200: Planlı Şehircilik Başlıyor
Küllüoba’da ilk yerleşim M.Ö. 3200 yıllarında başlıyor. Arkeolojik bulgular, buranın rastgele kurulmuş bir köy değil; yukarı şehir ve aşağı şehir olarak planlanmış, mimari bir düzenle inşa edilmiş bir kent olduğunu gösteriyor. Taş temeller üzerine kerpiçle yapılmış, dışa kapalı, ortak duvarları olan evler; etrafını çeviren duvarlarla belirlenmiş bir “yukarı şehir” fikri…
Bu çevre duvarı askeri bir savunma sistemi değil; toplumsal yapının mekâna yansımış hali. Yani yukarı ve aşağı şehir arasındaki sınıfsal farklılığı belirginleştiren bir unsur. Dört ana kapısı ve tali girişleriyle, içeriye giriş zor değil ama içeridekilerin dışarıya karşı farklı bir kimliği var.
Anıtsal Yapılar ve Toplumsal Hiyerarşi
Yerleşkenin en dikkat çekici yapılarından biri, 31 metreye 26 metre boyutlarındaki anıtsal yapı. Tunç Çağı için olağanüstü bir ölçekte olan bu mekân, yalnızca bir mimari eser değil, aynı zamanda siyasetin ve karar almanın merkezi. Ortasında ocağı bulunan salon, dönemin bürokratlarının ve idarecilerinin toplandığı bir erken dönem “meclis binası” olarak işlev görmüş.
Aşağı şehirde ise daha mütevazı konut yapıları dikkat çekiyor. Her evde ocak ve fırın bulunuyor; insanlar kendi çanak çömleklerini üretiyor. Ancak bu üretimde dahi sınıfsal farklılıklar var. Üst sınıf ticareti kontrol ederken metal kaplar kullanıyor; alt sınıf ise bunların seramik taklitleriyle yetiniyor. Sofradaki ayrışma, toplumsal yapının en çıplak göstergesi haline geliyor.
En Erken Yerleşim Dışı Mezarlık
Küllüoba’yı benzersiz kılan unsurlardan biri de mezarlık alanı. Anadolu’da ilk kez yerleşim dışına taşınmış mezarlık düzeni burada görülüyor. Bu durum, yalnızca dini inançların değil, toplumsal örgütlenmenin de gelişmişliğine işaret ediyor. Ölümün gündelik yaşamdan ayrıştırılması, mekânın fonksiyonel olarak bölünmesi, kentleşmenin sosyolojik boyutunu da ortaya koyuyor.
Bu, yalnızca dini bir pratik değil; toplumsal düzenin, kentleşme anlayışının bir parçası. Ölümün yeri ayrılıyor çünkü yaşamın düzeni artık daha karmaşık, daha “şehirli”.
Küllüoba’nın Dersi: Kent, Sınıf, Kimlik
Bugün Küllüoba’da yürütülen çalışmalar bize yalnızca 5.000 yıl öncesinin gündelik yaşamını değil, aynı zamanda toplumların nasıl örgütlendiğini, sınıfsal farklılıkların nasıl mekâna yansıdığını gösteriyor. Batı Anadolu’da açığa çıkarılan en geniş kapsamlı yerleşim olması, burada bir uygarlık damarının kök saldığını kanıtlıyor.
Küllüoba, Eskişehir’in toprağına gömülü bir tarih olmaktan öte, bugüne de ışık tutuyor. Çünkü şehir dediğimiz şey, yalnızca taş ve kerpiçle örülen evler değil; aynı zamanda birlikte yaşama düzeni, kimlik ve toplumsal örgütlenmenin ta kendisidir.
Bugüne Düşen Işık
Küllüoba bize ne söylüyor?
Birincisi, şehir dediğimiz şey yalnızca duvarlar, evler, sokaklardan ibaret değil. O şehrin içinde yaşayanların kimliği, sınıfı, ilişkileri, hatta ölülerine verdikleri yer, şehrin asıl ruhunu belirliyor.
İkincisi, bugün kentlerimizi konuşurken sık sık unuttuğumuz bir gerçeği hatırlatıyor: şehir, aynı zamanda bir toplumsal sözleşmedir.
Küllüoba’nın 5.000 yıl öncesinden fısıldadığı ders belki de tam da bu: Taş ve kerpiç geçici, ama birlikte yaşamanın kuralları kalıcı.