Siyasete bir kariyer planlaması olarak bakmak ya da tanımlamak, beraberinde pek de sağlıklı olmayan tartışmaları getiriyor.
CHP’nin Parti Meclisi (PM) üyeliği, bu tartışmaların buharı üstünde tüten konularından biri…
“Kim PM üyesi olacak” sorusu CHP kulislerinde doludizgin ilerliyor.
Bu soruyu ise, “kim kimi destekleyecek” sorusu takip ediyor.
Tüm bu yönleriyle CHP’nin siyasi rotasını belirleyecek, stratejisini şekillendirecek, kurultayla birlikte partinin en güçlü ikinci organı olan Parti Meclisi seçimi, Eskişehir’de oldukça popüler bir sohbet konusu olarak karşımıza çıkıyor.
PM’nin bu kadar yoğun tartışılmasının birçok nedeni olabilir. Ancak dikkat çekici olan, Parti Meclisi’nin genellikle “sonrası” üzerinden değerlendirilmesi…
Yani, PM üyeliği milletvekilliğine giden yolda bir durak olarak görülüyor ve bu bakış açısıyla ele alınıyor.
Buna bir de CHP’nin Eskişehir’deki güç dengeleri eklendiğinde, PM’nin asli görevi ve politik ağırlığı çoğu zaman ikinci planda kalıyor.
Oysa CHP gibi yüz yıllık bir partinin politikasını ve stratejisini belirleyecek bir parti organına aday olmak, temelde ciddi bir donanım ve birikim gerektirir.
Hayatta en azından birkaç kez seçim çalışmalarında yer almayı zorunlu kılar.
Sadece parti tüzüğünü bilmek değil, sahayı tanımak, seçim kampanyalarının içinde bulunmak ve halkın nabzını tutmak gibi PM’de politika üretebilecek argümanlara sahip olmayı gerektirir…
Mesela, doğruları bilmek yetmez, onları dile getirebilmek de “PM’ye adayım” diyen kişilerin göstermesi gereken asgari bir cesarettir.
Dediğim gibi, siyasete çoğu zaman bir kariyer planlaması olarak bakılıyor. Ve kimse, bu kariyer planlamasına dizlerini, ellerini kanırtacak kadar emek ve bedel gerektiren mücadeleleri dahil etmek istemiyor.
Bu gözle bakıldığında karşımıza aday ve adaylar değil, birilerinin adayı ve adayları çıkartılıyor.
Böyle olunca da gözler belediye başkanlarına çevriliyor.
Kabul edelim; şimdiye kadar CHP’nin içinden geçtiği süreçten de kaynaklı olarak belediye başkanları çok fazla karşı karşıya gelmedi.
Ancak mesele “benim adayım” ya da “senin adayın” noktasına gelirse, bu kez belediye başkanlarının karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz hale gelir.
Biz bu filmi CHP’nin 37’nci Kurultayı’nda izlemiştik.
O dönem Gaye Usluer ile Nuray Akçasoy karşı karşıya gelmiş, Kazım Kurt’un desteklediği Gaye Usluer ise “örgüt kazandı” nidaları ile zafer pozu vermişti.
Ardından CHP içindeki tartışmalar almış başını yürümüştü.
Şunu da belirtmek gerekir ki, adaylar yarışma cesareti göstermediği sürece örgütün kazanmasından söz etmek mümkün değildir.
Birilerinin adaylarının kazandığı bir CHP’de bütünlükten söz etmek mümkün olsa da, bunun inandırıcı olması pek mümkün değil.
Bu nedenle, hep söylendiği gibi, burada en büyük görev örgüte düşüyor.
Örgütün demokratik sınırları sonuna kadar zorlayarak, belediye başkanlarını karşı karşıya getirmeyecek adaylarla PM için boy göstermesi, CHP’nin kendi içindeki güç savaşlarına odaklanmasının önüne geçeceği gibi, en azından kendi tabanına da anlamlı bir mesaj verme fırsatı sunar.
“Aday olmak” ile “adayı olmak” arasında yalnızca bir harf farkı var; ancak örgüt için siyaset yapmak düşünüldüğünde farkın ne denli büyük olduğunu tahmin edemezsiniz.