Bazı sabahlar, hiçbir şey değişmemiş gibi uyanırız ama içimizde bir şeyin yerinden oynadığını hissederiz. Gözle görünmeyen, ama varlığını derinden hissettiren o kırılma... İşte orada başlar insanın iç dünyasıyla mücadelesi. Psikoloji, bu görünmez çatlakların haritasını çıkaran sessiz bir bilim gibi. Ama öyle sadece kitaplardan, kuramcılardan ibaret değil; her birimiz kendi ruhumuzun amatör psikoloğuyuz aslında.
“Düşüncelerini değiştir, dünyan değişsin” diyorlar. Kolay mı bu? İçine sıkıştığımız alışkanlıklar, geçmişin yankıları, aileden devraldığımız korkular... Bütün bunlar bir insanı şekillendiriyor. Psikoloji, insanı sadece anlamaya değil, ona şefkatle yaklaşmaya da çağırıyor. Çünkü çoğumuzun ihtiyacı, çözümden çok, anlaşılmak aslında.
Sosyal medyada herkesin gülümsediği bu çağda, depresyonun sessizliği daha da uğuldamaya başladı. Anksiyete, sanki artık yeni norm haline geldi. Ama kimse açıkça konuşmak istemiyor. Psikoloji bu noktada sadece bir bilim değil, bir cesaret işidir. Kendinle yüzleşmenin, geçmişini affetmenin ve ruhundaki boşlukları kabul etmenin sanatıdır.
Belki de asıl mesele, “deli” olmaktan değil, “hissediyor” olmaktan korktuğumuz bir toplumda yaşıyor olmamız. Oysa hissetmek insan olmanın ta kendisi. Ve psikoloji, bu insanlık haline tutulan bir fener gibi.