Geçtiğimiz gün bizim Soner Uçak ve EHA’dan Yusufhan Toraman ile birlikte Küllüoba Höyüğü’nde kazı yerinde keşif ve gözlem ziyaretindeydik. Kazı Başkanı Prof. Dr. Murat Türkteki oldukça kapsamlı Küllüoba Kazısı ve Küllüoba yerleşkesi hakkında çok kapsamlı bilgiler verdi. Henüz farkında değiliz ama Küllüoba, Anadolu’da ilk planlı kentleşmenin en bariz örneklerinden birini sunması açısından oldukça değerli. Türkteki’nin anlattıkları yalnızca arkeolojik bulguları değil, bu toprakların bize bugüne dair ne söylediklerini de kapsayan tespitler yaptı.
Gördük ki Küllüoba, sadece geçmişin değil, bugünümüzün de aynası.
Prof. Dr. Türkteki, hocası Prof. Dr. Turan Efe’nin “Büyük Kervan Yolu” tezinin Küllüoba yerleşkesini ortaya çıkardığını ifade etti. Şöyle ki; Anadolu ile Mezopotamya arasındaki bağlantının nereden geçtiği sorusu, yıllarca cevapsız kalmış. Çünkü Troya kazıları göstermiş ki, Troya’da yani bugünkü Çanakkale’de Mezopotamya uygarlıklarına ait eserler çıkmış. O halde Mezopotamya’dan çıkan mallar Troya’ya kadar nasıl gidiyordu? İşte bu sorunun peşine düşen Prof. Dr. Turan Efe’nin “Büyük Kervan Yolu” tezini geliştirmiş. Soru şu ki bu yol Tarsus’tan bağlanarak denizyolu ile mi Troya’ya ulaşmış yoksa kara yolu ile mi? İşte bu dönem yapılan yüzey çalışmaları bilim insanlarını Küllüoba’ya ulaştırmış.
Mezopatamya-Troya ticaret yolunun tam ortasında olan Küllüoba’nın bu hattın kilit noktalarından biri olduğu anlaşılmış. 30 yıl süren kazılardan gelinen noktalardan birinin ise 5 bin yıl önce bile Anadolu’nun yalnızca bir “arazi” değil, küresel ticaretin kavşağı olduğu anlaşılmış.
Bu muazzam tespitin yani Küllüoba’nın dönemin en güçlü uygarlıkları arasında bir köprü görevi sürdürmesi yani ticaret yolunun tam merkezinde olması gerçekten de günümüze dair çok önemli bir paralellik taşıyor.
5200 Yıllık Makûs Talihimiz
Kazıda bizi en çok şaşırtan bilgi şu oldu: Küllüobalılar Mezopotamyalılara yün satıyor, karşılığında o yünden yapılmış kıyafet alıyorlarmış.
Düşünün: 5200 yıl önce hammadde ihraç ediyor, işlenmiş ürünü ithal ediyoruz. Bugün ne farklı? Pamuk satıp tekstil ürünü alıyoruz, krom çıkarıp çelik ithal ediyoruz, mermer satıp işlenmiş dekor ürünü geri alıyoruz. Prof. Dr. Türkteki’nin sözleri bize şunu düşündürdü: Tarih değişiyor ama iktisadi yapıların sürekliliği şaşırtıcı derecede benzer.
Bu döngü, toplumsal bağımlılığın da kökenlerini gösteriyor.
Geri Kalmışlık Sadece Teknolojiyle Açıklanmaz
Bir diğer dikkat çekici nokta da çağdaşlık meselesi. Küllüoba’nın yaşadığı dönemde Sümerler yazıyı icat etmişti, Ziggurat piramidini inşa ediyordu. Mısır piramitleri yükseliyordu.
Bizim topraklarımızda ise tarımsal üretim güçlüydü, yerleşim düzenliydi ama yazı yoktu. Aynı çağda, aynı yüzyıllarda, dünyanın bir yerinde uygarlık göğe doğru yükselirken, burada daha gündelik bir hayat sürüyordu. Bu durum bize şunu hatırlatıyor: Tarihte de, bugün de “geri kalmışlık” yalnızca teknolojiye sahip olmamak değil; üretim biçiminde bağımlı kalmaktır.
Rıza ve Direnç Arasında İnsan
Küllüoba, ticaret yolunun üzerinde olmanın getirdiği bir zorunlulukla değişime açık bir yerdi. Bugün Eskişehir’in “Cumhuriyet şehri” kimliği de benzer bir kavşak işlevi görüyor. Sermaye, siyaset ve kültür burada hep kesişiyor.
Kişisel gözlemimi aktarırsam; Küllüoba, ticaret yolunun üzerinde olduğu için dış etkilerden kaçamayan bir yerleşim olabilir. Yani Mezopotamya’dan gelen kültür ve mallar buraya ulaşmış, insanlar bu etkileşime açık olmuş. Bu durum bize şunu hatırlatıyor: Toplumlar, güçlü merkezlerin (örneğin Mezopotamya’nın ya da günümüzde sanayileşmiş ülkelerin) ekonomik ve kültürel etkisine çoğu zaman “rıza gösterir.” Çünkü ticaretin, güvenliğin ve refahın devamı için bu bağımlılık göze alınır.
Ama tarih sadece “rıza” (kabullenme, uyum sağlama) ile ilerlemez. Aynı zamanda “direnç” (karşı çıkma, kendi yolunu çizme) de vardır. Bugün Eskişehir’de Alpu Ovası’na termik santral yapılmak istendiğinde halkın buna karşı çıkması gibi.
İşte bu direniş, iktidarın ve sermayenin dayattığı bir projeye boyun eğmeyerek farklı bir toplumsal yönelim yaratma örneğidir.
Yani anlatmaya çalıştığım şey şu:
Rıza → Toplumlar, büyük güçlerin etkisini kabul ederek yaşamaya devam eder.
Direnç → Ama bazı noktalarda, insanlar buna “dur” der ve tarih o çatışmalarla yeni bir yola girer.
Bu yüzden “insan yalnızca ticaretin ve iktidarın öznesi değildir, aynı zamanda direnişin de öznesidir.” Yani insan, sadece teslim olan değil, gerektiğinde değiştiren de olabilir. Kim bilir Küllüoba’da da bu direnç hangi yollarla, hangi alanlarda gösterildi? Bunu mutlaka zaman içinde çözebileceğiz.
Küllüoba Bize Ne Anlatıyor?
Sözün özü; Küllüoba’dan çıkan mesaj net:
Ekonomide: Hammaddeye değil, bilgiye ve teknolojiye sahip olan kazanır.
Toplumda: Bağımlılık kader değil; örgütlenme ve dirençle değişebilir.
Kültürde: Uygarlık yalnızca taşla, yazıyla değil; üretim biçimiyle ölçülür.
5 bin yıl öncenin Küllüobalısı ile bugünün Eskişehirlisi arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Ama belki de en büyük fark, bizim bu tarihi bilip, ders çıkarma şansına sahip olmamız.
Son söz: Prof. Dr. Murat Türkteki’nin bize gösterdiği gibi, Küllüoba sadece geçmişin değil, bugünün de hikâyesini anlatıyor. Biz o hikâyeyi iyi okursak, geleceği yazma ihtimalimiz artar.