Kurtlar Vadisi: Güney Asya

Geçtiğimiz günlerde bir sıcak çatışma daha Güney Asyanın engebeli arazilerinde zuhur etti. Bağımsızlıklarını elde ettikleri 1947 senesinden bu yana dünya sahnesinde it dalaşı müsameresi sergileyen iki devlet yeniden tarihin kavşak noktasında tokuştular.

Britanya’nın çekilip arkasında kanlı bir miras bıraktığı 1947’den beri, Hindistan ile Pakistan arasında nefretin tohumu atılmış, her nesilde yeniden yeşermiştir.

Keşmir’in sisli dağları, Pencap’ın toprakları, her seferinde yeni bir savaşın, yeni bir ihanetin sahnesi olmuştur. 1947’de, 1965’te, 1971’de, 1999’da; her tarihte aynı kin, aynı kanla sulanan topraklar... Birbirlerine düşman kesilmiş bu iki halk, İngiliz’in ayırdığı elleri bir daha birleştirememiş, aksine her fırsatta silaha sarılmışlardır. Her seferinde, kara bulutların ardına sığınıp, kendi kurtuluşlarını birbirlerinin ölümünde aramışlardır. Keşmir’in karı, Ganj’ın suyu, her damlasıyla bu kin hikâyesini anlatır bugün bile.

Geçtiğimiz günlerde savaş yeniden alevlendi. Hindistan Azad Keşmir bölgesine ve Pakistan topraklarındaki bazı hedeflere füze saldırısı düzenledi. Pakistan en az 31 sivilin vefat ettiğini açıkladı. Operasyonu aleni bir savaş ilanı kabul etti ve misilleme olarak Hindistan mevzilerine topçu ateşi açtı. Karşılıklı uçaklar düşürüldü, süngüler tarihe bir satır daha karaladı.

Geçmişte, tarihin tekerrür dairesinde her seferinde çatışmalar küresel güçlerin müdahalesi ile yatıştırılmış, savaş ihtimali diplomasi müdahaleleriyle dizginlenmişti.

Ancak bu sefer farklı...

Bugün Batı âleminin başında, ne geçmişin ibretini taşıyan, ne de cihan işlerini idrak edebilen basiretten yoksun bir zat var.

Seçildiği takdirde dünyanın dört bir yanında savaşlara son vereceğini bu masal çağı figürü, aksine yeni cephelerde sindirilmekle meşgul.
Yıllar boyunca imalathane olarak kullandığı Çin’i yok edilmesi gereken düşman ilan ederek, Batı'nın mukadder akıbetini kendi elleriyle hızlandıran bu tarz-ı siyaset, hepimizin aşinalığına sahip realpolitik diplomasiyi de rafa kaldırmıştır.

Şayet Hindistan ile Pakistan arasındaki yarım asırlık çekişme, Çin ile Amerika arasında bir piyon mücadelesine çevrilirse, yalnız bölge devletleri değil, bütün dünya bu kavganın yankılarıyla sarsılacaktır.

Ve bizler de, akıl yerine ihtirasın egemen olduğu bu ferasetsizliğin bedelini, belki de misliyle ödemek mecburiyetinde kalacağız.

Bugün, aklı ve izanı ellerinin tersiyle iten küresel nizam ve bu sefaletten beslenen bölge devletleri dünyayı uçuruma sürüklemektedir.

Batı, yıllardır ucuz işgücü uğruna göz yumduğu bu kıtanın, üretim ve tedarik zincirlerini nasıl çökerteceğini dehşetle seyretmekte.

Çok değil şimdi olmasa bile çok yakın gelecekte ipler kopacak, uluslararası krizler patlak verecektir.

Lakin bizler için korkuya kapılmak beyhudedir.
Zira her olumsuzluk kudret ve dirayet sahipleri için bir fırsattır. Her kriz, doğru ellerde bir avantaja dönüşür.

Türkiye Cumhuriyeti, bu kargaşa çağında akıl ve ferasetle doğru mevzilenirse;
bu akıldan nasipsiz nizamın bütün çarpıklıklarına rağmen, fırtınalardan yara almadan, belki de zaferle çıkabilir.

Tarih, işte tam da bu noktada, Türkiye'ye öyle bir fırsat sunmaktadır ki;
bu, dünya üzerinde yalnızca pek az millete nasip olmuş büyük bir kader yüküdür.
Sosyoekonomik ve jeopolitik kıymetiyle Türkiye, kendisine biçilen bu misyonu idrak edebilirse, sadece kendi mukadderatını değil, mazlum milletlerin de ümitlerini yeniden yeşertebilir.

Türkiye'nin tezi şu olmalıdır.
Dünya üretimi, bu dengesiz ve radikal uluslara teslim edilmemelidir. Avrupa, gözü önünde yanan bu kıtaya güvenemez hale gelecektir. Türk'ün eli ise hâlâ dirayetli ve güvenilirdir. Türkiye, sanayisini güçlendirerek, istikrarını koruyarak, Avrupa'nın yeni üretim üssü olma yolunda hamleler yapmalıdır.

Bu topraklarda yeni fabrikalar kurulmalı, yeni imkanlar yaratılmalıdır. Türkiye bir sonraki sanayi hamlesini bu dengeleri gözeterek planlamalıdır.

Ne var ki, bir başka tehlike daha pusudadır: Göç dalgalarıyla Anadolu’nun tahribatı meselesi...

Şu an dahi Filistin’den sessizce yeni bir göç hazırlığı yapılmakta; bu memleket, kendi evlâdına yurt olmaktan çıkarılmak istenmektedir. Eğer yarın Pakistan’dan da bir göç tufanı koparsa, bu milletin belini doğrultması yüzyılları alır.

O hâlde Türkiye, bugünden sağlam durmalı; aktif bir arabulucu rolü üstlenmeli, Hindistan ile Pakistan arasında barışı tesis etmek için diplomasiyi işletmelidir.

Hem kardeşlik hukukunu korumalı, hem de Anadolu’nun kapısını, plansız göç akınlarına karşı kapalı tutmalıdır. Türk devleti, barışı sağlayarak sadece doğuyu kurtarmayacak, aynı zamanda kendi mukaddes topraklarını da göç istilasından koruyacaktır. .

Zaman, kaderine sahip çıkanları yazacaktır.