Bazen bir kazma, yalnızca toprağı kazmaz; geçmişin kapağını açar, binlerce yıl önce pişmiş bir ekmeğin kokusunu bugüne taşır. Eskişehir’in Seyitgazi İlçesi’ndeki Küllüoba Höyüğü’nde bulunan 5000 yıllık ekmek de işte böyle bir hazine. Düşünün: Tunç Çağı insanı, belki sabah güneşi henüz köyün üzerine doğarken, bu ekmeği yoğurdu, mayaladı, pişirdi. Biz bugün onu yalnızca müze vitrininin arkasından izleyemiyoruz; artık, o sofranın hikâyesini yeniden kurabiliyoruz.
Ve işin en güzel yanı, bu hikâye sadece arkeoloji kitaplarında kalmayacak. Ve işin en güzel yanı, bu hikâye sadece arkeoloji kitaplarında kalmadı. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Küllüoba Höyüğü’nde bulunan 5000 yıllık ekmeğin tarifini günümüze uyarlayarak üretimini yaptı ve Halk Ekmek büfelerinde Eskişehirlilere sundu.
Maya endüstrisinde 170 yıllık bir dev olan Lesaffre ise, bu eşsiz buluntunun ortaya çıkarıldığı Küllüoba kazılarına destek verme kararı alarak, geçmişin bu mucizesinin bilimsel olarak aydınlatılmasına omuz verdi.
Bakın, burada mesele sadece “ekmek” değil. Burada mesele, medeniyetin tadını yeniden alma meselesi. Ekmek dediğiniz, sadece un, su ve mayadan ibaret değildir; insanlığın ortak hafızasıdır. Ateşin bulunmasından yerleşik hayata, buğdayın evcilleştirilmesinden ticaret yollarına kadar, insanlık tarihinin her kritik dönemeçte yanında olan bir yiyecektir. Bir şehir, geçmişiyle ancak böyle güçlü bağlar kurar.
Lesaffre’ın kararı, sadece bir sponsorluk değil; bu, modern dünyanın “hızlı tüket – hemen unut” kültürüne karşı açılmış bir cephedir. Bugün, paketlenmiş ekmekleri raf ömrüne bakarak alan bizler, binlerce yıl önceki “ekmek kutsallığı”nı hatırlamak zorundayız.
O ekmeğin içinde sadece buğday değil; yağmurun bereketi, toprağın sabrı, insanın emeği var. Ve şimdi bu tat, bu koku, bu hikâye yeniden Eskişehir’de hayat bulacak.
Ve şimdi bu tat, bu koku, bu hikâye, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin girişimiyle yeniden şehrin sokaklarında dolaşıyor. Halk Ekmek büfelerinde satılan o ekmek, aslında bir gıda maddesi değil; toprağın, tarihin ve insanlığın ortak hafızasından kopup gelen bir davetiye.
Lesaffre’ın kazılara verdiği destek ise bu davetiyenin altına atılmış güçlü bir imza. Bu, geçmişin bize “unutma” dediği bir anda, geleceğe doğru uzatılmış bir el.
Küllüoba kazısında çıkan ekmek, arkeologlar için bir veri, tarihçiler için bir belge, ama halk için kendi köklerine uzanan bir davet. Lesaffre, bu daveti güçlendiriyor. Eskişehir’de yaşayan bir çocuk, o ekmeği tattığında belki farkında olmayacak ama binlerce yıllık bir zincirin son halkasına dokunmuş olacak.
Hani hep derim ya, şehirler sadece binalarla, yollarla büyümez; hikâyelerle büyür. İşte bu, o hikâyelerden biri. Toprağın altından çıkan bir ekmeğin, modern bir fırında yeniden doğması… Geçmişin geleceğe, arkeolojinin gastronomiye, mayanın insanlığa uzattığı bir el.
Ve bu hikâyenin sonunda belki de şunu söyleyeceğiz: “Biz, ekmeğin çocuklarıyız.” Çünkü bu topraklarda ekmek, yalnızca karın doyurmaz; bizi birbirimize bağlar.
Taa Enki’den beri…