Siyasi bir retorik olarak “milli birlik ve beraberlik” 2010’lardan bu yana iktidarın diline pelesenk kavramlardan biri. Bu kavram uzun yıllar bir seçmen konsolidasyonu aracı, bir ittifak harcı olarak iş gördü. O dönemde AKP, MHP ile kurduğu birlikle kendi tabanlarını kaynaştırdı, bu kelamla safları pekiştirdi. O vakit ihtiyaç duyulan buydu. Fakat günümüzde bu retorik siyasi çoğunluk yeterliliğini yaratma kabiliyetini kaybetti.
İktidarın siyasi çoğunluğu tekrar sağlaması için daha kapsayıcı yeni bir siyaset geliştirmesi gerekliydi. İşte bu mecburiyetle, 22 Ekim 2024’te yeni bir süreç başladı: “Terörsüz Türkiye” adı altında, bir kısım unsurları Türkiye’ye kazandıracak bir açılım hamlesi ilan edildi.
Bu hamlenin gerekçesi, Ortadoğu’daki çalkantılı süreçlerden türetildi. Suriye’de Esad’ın düşüşü, İsrail desteğiyle kurulan, YPG uzantılı, cihadi-selefi bir yapı… İran’a yönelen müdahaleler, nükleer tesislerin tahribi, halkı isyana davet eden bildiriler… Böylesi bir kaosun ortasında, Türkiye’yi koruyacak bir reçete gerektiği söylendi. Kervan yola düzüldü.
Yapılması gereken retorikte de bir yeniliğe gidilmesiydi. “Milli birlik ve beraberlik” gitti, yerine “iç cephe tahkimi” geldi.
İç cepheyi tahkim etmek, Türk tarihinde birçok kez tecrübe edilmiş bir stratejidir: İkinci Cihan Harbi’nde, Kıbrıs Barış Harekatı’nda, Büyük İstiklâl Savaşı’nda… Her birinde tehditler sahiciydi, bedeller ağırdı ve Türk milleti gündelik çekişmeleri bir kenara bırakarak var olmak veya yok olmak tercihinin şuuruyla bir oldu.
Bugün bırakın ana muhalefeti, DEM dışında hiçbir muhalif unsur bulunmaksızın bir süreç yönetiliyor. İç cephe tahkimi artık milletin birliği veya bütünlüğü için değil, Anayasa’yı değiştirmeye yetecek 400 milletvekili hesabı için anılıyor.
Kurumlarını, adaletini, demokrasisini ve hukukunu sağlam kuramayan bir devlet, hangi söyleme sığınırsa sığınsın, iç cephesini asla kuramaz. Bir seçim kazandıracak kadar yeten bir kurgu, uzun soluklu bir istikrar sunmaz. Hakikî bir iç cephe, korkuyla veya “dış tehdit” propagandasıyla değil, toplumun her ferdinde adalet, güven, temsil ve şeffaflık ilkelerinin filizlenmesiyle oluşur. Aksi takdirde, hangi duvar örülürse örülsün, ilk sert rüzgârda yıkılıp gitmeye mahkûmdur.
Türkiye, artık yalnızca sandık hesaplarıyla yönetilemeyecek kadar çetin bir devreye girmektedir. Onu geleceğin fırtınalarından koruyacak asıl tahkim, sun’i uzlaşmalarda veya çok parçalı kimlik denklemlerinde değil, Türk’ün mukaddes iradesinin üniter, milli ve öz kimliği üzerine kurulu bir kalede vücut bulabilir.
Bu irade, Türk milletinin asırlar boyu verdiği mücadelelerden aldığı kudreti, birleştirici ruhuyla bugüne ve yarınlara taşır. Ve ancak bu ruhla, hangi tehdit hangi kılıkla gelir ise gelsin, bu topraklarda ne bir çatlak oluşacak ne de bir tereddüt yaşanacaktır.