Uzayda Ağlayamayız, Yürüyün Uzaya Gidiyoruz

Yerçekimi olmadan gözyaşı da düşmez. Hiç düşündünüz mü, ağlamak da gezegenimize ait bir eylem olabilir mi? Bir duygu ne kadar evrensel olsa da, onu nasıl yaşadığımız, nereye ait olduğumuzu da belirliyor. Mesela uzayda ağlayamazsınız. Ya da şöyle diyelim: Ağlarsınız ama gözyaşlarınız, bildiğiniz gibi süzülmez. Çünkü uzayda yerçekimi yoktur. Ve o bildiğimiz dramatik gözyaşı anları, Dünya’daki fiziksel koşullara sıkı sıkıya bağlıdır.

Uzaya çıkan astronotların anlattığına göre, gözyaşı orada yanağınızdan süzülmek yerine gözünüzün çevresinde birikir. Jelimsi bir tabaka gibi gözün üstünü kaplar. Yerçekimi olmayınca, damla oluşmaz, akmaz, düşmez. Hatta bazı astronotlar, bu “biriken yaşların” rahatsız edici derecede yakıcı olduğunu, gözleri yakabildiğini anlatıyor. Yani uzayda ağlamak, duygusal bir boşalma değil, fiziksel bir tedirginliğe dönüşüyor.

Bu ne anlatır bize? İnsan, sadece zihniyle değil bedeniyle de dünyaya aittir. Hissettiklerimiz evrensel olabilir ama onları yaşama biçimimiz tamamen gezegene özgüdür. Belki de o yüzden, insanı insana anlatırken kullandığımız en kadim imge hep gözyaşı olmuştur. Çünkü gözyaşı, yerçekimine teslim olan duygunun damla halidir. Ve uzayda gözyaşı akmazken, Dünya’da akar; çünkü duygular burada yer bulur, yer çeker.

Uzayda duygular sessizdir. Korku ses yapmaz, ağlamak süzülmez, öfke yere vurmaz. Her şeyin içinde kalındığı bir boşluk… Belki de bu yüzden, göğe ne kadar yükselirsek yükselelim, gözyaşlarımız bile bizi yere bağlıyor.

Bazen bir damla yaşın yanağımızdan akması, bir kimya mucizesi değil, bir varoluş biçimidir. Belki de yerçekimi yalnızca cisimleri değil, hislerimizi de çekiyordur. Belki de “yerçekimi” sadece bir fizik kuralı değil; insana, hayata, acıya, sevince ve eve dönüşe dair bir metafordur.

Ve en ilginci şu: Astronotlar Dünya’ya döndüklerinde ilk özledikleri şeylerden biri, ağlamanın o bilindik biçimiymiş.
Çünkü orada bile, insan en çok insanlığını özlüyor.