GÜNDEM

Av. Pınar Çelik Arpacı: Adaleti Uygulayanlar Sanıkla Empati Kuruyor, Kadında Kusur Arıyor!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde Av. Pınar Çelik Arpacı, Eskişehir Haber Ajansından Buse Kuşcu’ya konuştu.

Ben, güçlü bir annenin evladıyım. Kadın olmanın “güç” olduğunu annemden öğrendim.

Ama her şeye rağmen içimde bir acı gerçek var…

Her kadın güçlüdür, bunu biliyorum. Fakat bazı haberler vardır ki insanın içine bıçak gibi saplanır. Bir cinayet… Bir kadın daha… Ve her defasında “Ben de olabilirdim” cümlesi sessizce boğazıma düğümlenir.

Sokakta attığım her adımda, özgürce giymek istediğim her kıyafette, aklımın bir köşesinde hep o tedirginlik… Gücümden çalamayan ama huzurumu gölgeleyen bir yapı var...

Tam işte o anda Avukat Pınar Çelik Arpacı’nın sözleri geliyor aklıma. Genç kadınların korktuğunu ama buna rağmen gözlerini açtığını, bilincini büyüttüğünü söylüyor. Ve sesi titreyen, susturulan, incitilen her kadına şunları söylüyor:

“Hiçbir kız kardeşimiz umutsuzluğa kapılmasın. Kadın, kadının en büyük destekçisidir.”

Buse Kuşcu: Bize kendinizden bahseder misiniz?

Av. Pınar Çelik Arpacı: Ben serbest avukat olarak çalışıyorum. Kadın hakları alanında çalışmalarım var. Feminist bir avukat olarak kendimi tarif edebilirim.

“Ekonomik şiddete daha çok karşılaşıyoruz”

-Ekonomik kriz sizce kadına yönelik şiddeti nasıl etkiliyor?

-Arttığını tespit ettik biz. Birçok araştırma var çünkü. Biz şiddet türlerini kendi içerisine ayırıyoruz: Fiziksel şiddet, psikolojik şiddet, ekonomik şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet şeklinde ayırıyoruz. Ekonomik şiddette bu türlerden bir tanesi.

Ekonomik krizin olduğu durumlarda biz ekonomik şiddetle daha çok karşılaşıyoruz. Ancak sadece ekonomik şiddet değil, fiziksel şiddet de çok rastlanan bir durum. Çünkü şiddetin faili olan erkekler de yaşamış oldukları bu krizi, kadınlara şiddet uygulayarak yansıtıyorlar…

“Aile yıllı ilan edilerek kadına yönelik şiddetin son bulmayacağını biliyoruz”

-Aslında parasızlık, geçinmeyi zorlaştırdığı için kavgaya ya da cinayet işlemeye sürüklüyor. Ne kadar acı…
2025 yılı “Aile Yılı” olarak ilan edilmişti. Peki bu yılda ailede ne gibi bir değişiklik oldu?

-Aile bildiğiniz gibi... Aile yıllı ilan edilerek kadına yönelik şiddetin son bulmayacağını biliyoruz. Çünkü aile, şiddetin merkezlerinden bir tanesi. Kadınlar şiddete en çok nerede maruz kalıyor diye araştırıldığında bunun daha çok hane halkı içerisinde olduğu ortaya çıkmış. Biz mutlu evlilikler, mutlu aileler tabii ki çok isteriz. Ancak real durum bunu göstermiyor. Bazen aile hayatı kadınlar için daha kötü bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Aile bazen fiziksel şiddetin, psikolojik şiddetin merkezi oluyor.

Aile yıllı ilan ederek ne amaçlanmaya çalışılıyor? Boşanmayı bitirmek mi istiyorlar? Peki boşanmanın bitmesi bir şiddet sarmalı içerisindeki bir kadının daha çok şiddete maruz kalması demek değil midir? Biz aile yılını çok eleştirel bir şekilde değerlendiriyoruz. Çünkü aile çoğu zaman şiddetin merkezi, şiddetin yuvası ve kadınlar için yaşamsal olarak tehlike arz eden bir yer aile.

“Şiddetin dozu artıyor”

-Türkiye'de kadına yönelik şiddetin en yaygın biçimleri nelerdir? Sahada en sık karşılaştığınız vakalar hangi tür şiddetler oluyor?

-Biz şiddetin çok iç içe geçtiğini görüyoruz. Bir vakada diyemeyiz ki… Fiziksel şiddet var, psikoloji şiddet yok gibi... Bunlar birbiriyle içe geçiyor. Çünkü bir vakada hem darp olayını görüyoruz hem de hakaret, tehdit görüyoruz. Burada bir psikolojik şiddetle karşılaşıyoruz. Kadına para vermeme ya da maaş kartını elinden alma gibi ekonomik şiddet türleri görüyoruz. Ya da cinsel şiddeti görüyoruz.

Son zamanlarda dijital şiddet diye bir başka şiddet türü var. Telefonların kontrolü, sosyal medyanın kontrolü şeklinde. Hepsi iç içe geçmiş durumda. O yüzden diyemeyiz ki birisi ön plana çıkıyor. Ancak şunu söyleyebiliriz. Yaşanan ekonomik kriz fiziksel şiddeti artırdı. Bunun içerisinde tabii ki diğer şiddet türleri de var.

Ülkece hepimiz bir tahammülsüzlük, bir öfke, bir buhran yaşıyor gibiyiz. Bunun yansıması da kadına şiddet olarak dönüyor. Çocuklara başka şekilde dönüyor. Hayvanlara başka şekilde dönüyor. Kırılgan gruplar, dezavantajlı gruplar denilir ya, bu bölümlerde şiddetin türü çeşitleniyor. Şiddetin dozu artıyor. Bunun hepsini gözlemliyoruz açıkçası.

“Bizde mağdur suçlayıcılığı çok yaygındır”

-Sorunlarla baş etmeye çalışan bir grup kadın var. Bir de bunların yanında şikayetçi olmaktan çekinen kadınlar var.
Sizce bunun arkasındaki asıl sorun nedir?

-Önce her kadın hukuksuzluk varsa başvuru yapmalı. Ancak bazen şöyle şeyler düşünülebiliyor:

Şikayet edildiği zaman çözüm olunmaması, şikayet ettiği kişi ceza alsa bile bu cezanın yatarının olmaması ve kısa zaman içerisinde çıkmasından dolayı tekrar başına aynı şeyin geleceğinden korkması ya da toplumsal olarak şiddet gösteren kişinin desteklenmesi…

Bizde mağdur suçlayıcılığı çok yaygındır. Yani birisinin başına bir şey geldiğinde “o ne yaptı ki başına bu geldi”, “bu kadın ne yaptı da bu şiddete maruz kaldı, bir hatası mı var?” diye sorulur. Toplum şiddet uygulayan kişiyi çok tartışmıyor. Herkes mağduru suçluyor. O yüzden buna katlanmak da çok zor. Kadınların da bunu göze alıp şikayet etmemesi, şikayet etse de sonrasındaki adımın ıslah olmamasından kaynaklı tekrar bir saldırıya açık hale gelmesi gibi bir durumla karşılaşıyoruz.

“Sineklerle değil, bataklıkla uğraşacak bir sözleşmeydi”

Bazen bataklığı kurutmayıp sineklerle uğraşıyoruz. 62-84 sayılı yasa, -kadın ve şiddetle ilgili yasamız- çok önemli. Ama o sineklerle uğraşan bir yasadır. İstanbul Sözleşmesi gibi kapsamlı bir sözleşme uygulansa sineklerle uğraşılmaz. İmza çekilme tartışması var biliyorsunuz. Bize çekilmedi ama imzadan çekildiği konuşuluyor ve uygulanmıyor bu sözleşme. Eğer İstanbul Sözleşmesi gibi bir sözleşme topluma entegre edilseydi şiddetin tamamını bitirebilecekti. Sineklerle değil, bataklıkla uğraşacak bir sözleşmeydi. Çünkü “şiddet ne doğurur” onu tartışıyor.

Şiddete uğrayan bir kadın, şikayetçi olur. Şiddeti uygulayan kişi ceza alır. Ama toplumsal olarak suçlu beslendiği sürece, kendini haklı gördüğü sürece, mağdur suçlandığı sürece bu şiddet tekrar devam edebilir. Biz şiddetin toplum tarafından desteklenmediği, eğitim kurumlarıyla şiddetin önlenmeye çalışıldığı, basın ayağıyla şiddete karşı çıkıldığı, kadın ve erkeğin eşit kabul edildiği bir düzlemde bir toplumda şiddetin biteceğini düşünüyoruz. Bunu da ancak İstanbul Sözleşmesi gibi kapsamlı bir sözleşme, SEDAV sözleşmesinin uygulanmasıyla sorunlar çözülebilir. Yoksa inanın tekil örneklerle çok zorlanıyoruz.

-Şiddete maruz kalan kadınların, nereye ve nasıl başvuracağı konusunda yeterli bilgiye sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Kadınlar, çok farklı kanallardan bilgiye sahip olabiliyorlar. Bazen yeterli olmadığını düşündüğümüz zamanlar olmuştu ama şu an sosyal medyanın geldiği aşama, buna ilişkin yapılan kampanyalar, yerel yönetimlerin bunu desteklemesi, kadınların bilgisini artırdı.

“Cezaların yetersizliği tartışması değil, uygulayıcıların bunu nasıl uyguladığı tartışılması gerek”

-Bazı suçlar var ancak suçlular rahat bir şekilde gezebiliyor...
Peki siz kadına yönelik şiddet ve istismar davalarında verilen cezaları yeterli buluyor musunuz?

Ben bu konuda birçok meslektaşımdan farklı düşünüyorum. Bence cezalar TCK'deki yazan haliyle ağır ve yeterli. Ancak bunun uygulaması ile ilgili problemler var. O yasayı tam uygulandığında, indirimlerin yapılmadığı halde o cezalar caydırıcı olabilir. Ancak çok haksız tahrik indirimi yapılıyor, iyi hal indirimi yapılıyor. Sonra düşüle düşüle kalan ceza, ifadesinden de kaynaklı bir yaptırım haline dönüşmüyor. İnsan öldürme suçunun Almanya'daki karşılığı 10 yıl gibi bir şey. Yani bizde ağırlaşmış müebbet var, müebbet cezası var. Ama biz indire indire indire cezalar çok caydırıcı olmuyor. O yüzden cezaların yetersizliği tartışması değil, uygulayıcıların bunu nasıl uyguladığı tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Hani biz diyoruz ya, erkek adalet değil gerçek adalet. Adalet, adaleti uygulayanların elinde şekilleniyor. Adaleti uygulayan kişiler de hep empatiyi sanıklarla kuruyor. Yani bir cinsel saldırı davasında cinsel şiddete maruz kalmış kadınla empati kurmak yerine, onun fail olan erkeğin alacağı cezanın ne kadar olduğu, ne kadar yatacağı, onun hayatının son bulacağı tarzında bir empati kuruyorlar.

“Adliyedeki yargılamalarda sürekli kadında bir kusur aranıyor”

Mağduru hiç düşünmeyen bir yargılama sistemimiz var. Mağduru sürekli suçlayan bir sistem var. Kadın suçlanıyor. “Cinsel saldırıya maruz kaldı. Acaba o gün ne giymişti de cinsel saldırıya maruz kaldı?” gibi sorular soruluyor. Adliyedeki yargılamalarda sürekli kadında bir kusur aranıyor. O yüzden mahkemelerde hep sanıklar lehine yorumluyor tartışmaları. Kadının yaşamış olduğu sıkıntı, yaşamış olduğu acı, bir değer görmüyor.

“Kadın dayanışması ile biz sorunları çözeceğiz”

-Türkiye’de empati yoksunluğunu çok fazla gözlemliyorum. Bunların yanında bir de suçu kadında aramaları oldukça üzücü…
Şiddetle mücadele eden ya da şiddete maruz kalmış kadınlara son olarak ne söylemek istersiniz?

-Yılmamak gerekiyor... Bu işin herhalde önemli bir noktası bu. Umutlu olmak gerekiyor ve kız kardeşlerine, kadınlara yanaşmak gerekiyor. Biz kadınlar, kadınların çaresi. En çok kadın dayanışması ile biz sorunların çözüldüğünü gördük. Kadınların bir araya gelip desteklenmesi çok önemli. Evet yılgınlığa kapılıyor kadınlar. Çok da iyi anlıyorum. Ben de bazen meslek hayatı içerisinde çok uğraşıyorum ve çözemediğim meseleler oluyor. Şikayet ediyoruz, yine şikayet ediyoruz. Adam yılmadan şiddet uygulamaya devam ediyor. Ama öbür türlü de devam edecek. Yani biz eğer bir mekanizmaya başvurmazsak daha kötüsü olacak. Başka kadınların, başka kadınlara sahip çıkması önemli. Kadın dayanışması yaşatır diyoruz her zaman. Kadın dayanışması ile biz sorunları çözeceğiz. O yüzden umutsuzluğa kapılmasın hiçbir kız kardeşimiz. Haklarını savunmaya devam etsin.