Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Onur Koyuncu, katıldığı bir panelde Türkiye ve Eskişehir’deki suyun tehlikede olduğunu vurgulayarak panel sonrası Eskişehir Haber Ajansı’ndan Buse Kuşcu’ya konuştu.

Farkında mısınız? Her geçen gün Türkiye’nin dört bir yanında kuraklık, susuzluk ve tükenen kaynaklardan söz ediyoruz. Bugün içtiğimiz bir bardak su, yıkadığımız bir kıyafet, saksımızdaki bir çiçek, sokaktaki bir kedinin önüne koyduğumuz bir kap su… Hepsi bir gün elimizden kayıp gidebilir!

Hayatın döngüsünü ayakta tutan en temel varlığımızı, yani suyu kaybettiğimizde, geriye ne kalır, hiç düşündünüz mü?

İşte bu büyük tehlikenin ciddiyetini bize Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Onur Koyuncu hatırlatıyor. Koyuncu, geleceği düşünmenin önemini şu çarpıcı sözlerle özetliyor: “Sadece kendini düşündüğün anda, çocuklarının ya da torunlarının geleceğinden artık söz edemezsin…”

(Fotoğraf yapay zeka tarafından oluşturulmuş olup, “10 yıl sonra susuz Eskişehir” teması ele alınmıştır.)

“Porsuk Barajında su seviyesi %28’in altında”

Buse Kuşcu: Eskişehir genelinde ciddi su kaybından söz ediliyor. Gelecekte, “barajların doluluk seviyesi sıfıra iner” gibi bir söylemde bulunabilir miyiz?

Onur Koyuncu: Çatıören, Kunduzlar, Porsuk barajında su seviyemiz kritik seviyenin altında. Şu anda benim bildiğim kadarıyla Porsuk'ta su %28'in altında. Tabii biz Porsuk Barajı'nı şebeke suyu olarak kullanıyoruz esasen. Dolayısıyla tarımsal faaliyetlerden önce evdeki musluklardaki suda problem var. Dolayısıyla orada acil tedbirler ve önlemler almalıyız. Yine biliyoruz ki 80 yıllık yağış ortalamamız bizim 360 mm. Ama son 10 yıllık yağış ortalamamız ise 340 mm. Yani neredeyse %10'a varan bir yağış azlığı söz konusu. Bir de yağışların düzensizliği söz konusu. Bir tarafta kuraklık çekerken bir tarafta seller meydana geliyor. Dolayısıyla tüm bu iklim değişikliği ya da diğer isminde iklim krizi bizi olumsuz etkiliyor.

Türkiye’deki 52 ilçede su kısıtı yaşanıyor. Eskişehir’den ise 6 ilçe var...

Barajlardaki su seviyesinin kritik seviyenin altına düşmesi tarımsal faaliyetlerimizi olumsuz etkileyecek. İlgili birimler, ilgili kurumlar bu konuda tedbirler alacaklar ve belki de bazı tarımsal faaliyetlerin yapılmasına kısıtlama getirecekler.

Bilindiği üzere ülkemizde 11 ilde su kısıtı var. 52 ilçede su kısıtı var. Bunlardan birisi bizim ilimiz Eskişehir ve bunlardan 6'sı bizim ilçemiz. Seyitgazi, Mihalıççık, Beylikova, Sivrihisar o bölgedeki 6 ilçemizde su kısıtı var. Devlet buradaki suya fazla ihtiyaç duyan tarımsal faaliyetleri desteklemiyor. Engellemiyor ama destek de vermiyor. Yani şeker pancarı, mısır gibi tarımsal ürünlerin ekilişini desteklemiyor.

-Aslında tarım politikalarında da bir değişikliğe gidilmesi şart…

-Elbette, şu anda gidilen bir değişiklik var ama diğer tarafta da Eskişehir topraklarının %25'i tarımsal faaliyetlerle yürütüldüğü bir şehir. Yani bizim çiftçimiz, bizim şehrimiz ekonomik olarak tarımsal faaliyetlere bağlı. Orada istihdamı olan kişiler, geçimlerini sağlayan çiftçilerimiz birdenbire de “bu yasak, bunu yapmayın” demek başka sorunlara sebep olduğu için bakanlıklarımız kademeler olarak tedbirler alıyor. Anladığım kadarıyla biraz daha sertleştirerek devam ettirecekler.

“Çiftçilerimiz bugünkü cebindeki parayı tercih ediyor”

-Çiftçilerin bilinçlendirilmesi konusunda eksiklikler yaşanıyor. Bilinçli bir çiftçi için neler yapılması gerekiyor?

-Burada en önemli sorunumuz gelenek… Bizim çiftçimiz gelenekçi bir yapıya sahip. Yani anasından, atasından, dedesinden ne gördüyse o yöntemlerle devam ediyor. Halbuki kullanması gereken teknolojik ve bilinç sistemleri var.

Biz gücümüz yettiğince çiftçilere bunları anlatmaya çalışıyoruz. Ama bu sistemlerin bir takım handikapları olduğu için çiftçilerimiz mesafeli durmayı tercih ediyor ve çiftçilerimiz bugünkü cebindeki parayı tercih ediyor. Yani çocuklarının ya da torunlarının cebine girecek parayı bir nebze ikinci planda bırakıyor. Bugün aldığını kar sayıyor. Burada biraz bilinçsizlik var. Yani çiftçilerimiz burada feragat etmiyor. Feragat edilmesi lazım. Ama tabi bu kolay bir şey değil. Başta ekonomi olmak üzere geçmişten gelen bir kültür var. Bir sosyal durum var. Belki bir baskı var. Yani şimdi siz pancar eken bir çiftçiye “pancar ekme” derseniz; bunun sosyal, psikolojik sorunlarından tutun, ekonomik sorunlarına kadar sorun teşkil ediyor. Bu kolay bir şey değil. Dolayısıyla bu sürecin daha dikkatli yönetilmesi lazım. Hükümet de, devlet de, bakanlık da bunu yapmaya çalışıyor benim anladığım kadarıyla. Ama tedbirler biraz zayıf kalıyor. Sanki biraz sertleşmesi gerekiyormuş gibi...

“Bugün sulayalım, kazanalım. Peki ya yarın?”

-Bugün su krizi yaşıyoruz… Mühendislerden kimyagerlere, çiftçiden bakanlıklara kadar herkes bir şekilde donanıma sahip.

Peki bugün su krizi yaşanacağı öngörülmedi mi?

-Bu da yine gelenekçi yapımızdan kaynaklı... “Biz bugün sulayalım, bugün yine pancarımızı, şekerimizi, mısırımızı ekelim, biraz daha iyi fiyatla satalım.” denildi. Peki ya yarına? “Yarın bakarız” denildi. Halbuki bu senaryoları tam da sizin söylediğiniz gibi 20 yıl, 30 yıl evvelden biliyorduk. Ya da 5 yıl evvelden biliyorduk. Ama buralarda tedbir almak ve sahaya uygulamak o kadar kolay bir şey değil. Yani kültür dediğimiz, gelenek dediğimiz ve ekonomi dediğimiz kavramlar hemen bugünden yarına değişecek kavramlar değildir. Orada zorlanıyoruz tabii.

“Bilimi bırakmayacağız”

-Çiftçilerin yanı sıra bizler de evimizde belki tasarruf yapmadan su kullanıyoruz. Daha bilinçli bir toplum için ne yapılmalı?

-Biz bilimi bırakmayacağız. Bilimsel çalışmalarımıza devam edeceğiz ve gücümüzün sonuna kadar bunları anlatacağız. Çünkü üniversite olarak, bilim insanı olarak bizim misyonumuz, görevimiz bu. Çiftçilerin de bilinç düzeyi artarsa, “Evet ben bugünkü cebime girecek paradan feragat ediyorum, bu parayı on yıla yayayım, çocuklarımı ve torunlarımı da düşüneyim.” dediği gün biz bunu çözeceğiz...

Ama teknolojiyi, bilişimi, akıllı sistemleri, kuru tarıma dayanıklı çeşitleri, tüm bunları hayatımıza geçirdiğimiz zaman başaracağız.

“Yüzde 40 kayıp yaşanıyor”

Genel olarak tarım ürünlerimizde, tarımsal faaliyetlerimizde %40 kayıp var. Yani tohumun tarlaya ekilişinden yemek tabağında kalan artığa gelinceye kadar bir kayıp söz konusu. Yani burada teknoloji, toprak, gübreleme, çeşit değişimi, sulama, markette pazarlama, depolama, stoklama, lojistik, evde-işte yemeğin yapılması, artıkların değerlendirilmemesi ya da artık yapılması sürecine gelene kadar %40...

Yani 10 liraya aldığınız şeyin aslında 6 lira alınabileceğidir bu. Ama biz bunu yönetemiyoruz şu anda. Hala israf ediyoruz, hala bu kayıplara önlem alamıyoruz.

Biraz da şöyle olacak; bazı şeyler bizim başımıza geldikçe, biz bunu yaşadıkça, biz bunun sıkıntısını gördükçe, mecburen bu önlemleri alacağız. Çünkü doğaya karşı duramayız. Doğayı şekillendiremeyiz. Doğa eninde sonunda galip gelecek ve biz onun koşullarına göre yaşayacağız.