Tarımla geçimini sağlayanlar giderek yaşlanıyor ve genç nüfus tarım sektörüne ilgi göstermiyor. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanların yaş ortalaması 60'a ulaşmış durumda. Gençler, tarım yapmak isteseler de yüksek maliyetler, emeğinin karşılığını alamamak, sosyal olanaklardan yoksunluk ve yoksulluk gibi sorunlar, onları bu alandan uzaklaştırıyor. Çiftçiye verilen desteklerin yetersiz kalması ve alım fiyatlarının enflasyonun gerisinde kalması, çiftçilerin geçim zorluğu çekmesine sebep oluyor. Uzmanlar "Stresten uzaklaşmak için toprağa dokunun" derken, toprakla uğraşan çiftçi için toprak, huzur değil, bir stres kaynağı haline gelmiş durumda…
Eskişehir Haber Ajansı (EHA) Muhabiri Buse Kuşcu’nun sorularını yanıtlayan Eskişehir Genç Rençberler Üretim ve Pazarlama Kooperatifi Yönetim Kurulu Üyesi Mert Çorallı, tarımın günümüzdeki zorlukları ve gençlerin sektöre dahil edilmesi için yapılması gerekenler hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
“Köylerde sağlık, eğitim ve sosyal yaşam eksiklikleri gençleri kentlere yöneltiyor…”
BUSE KUŞCU: Sizce bugün gençler neden tarıma mesafeli duruyor?
MERT ÇORALLI: Gençlerimiz, öncelikle köyde yaşam standartlarının daha kısıtlı olduğunu düşünüyor. Çalışma saatlerinin esnek olmaması, onları tarımdan uzaklaştıran etkenler arasında. Babamın bu konuyla ilgili hep söylediği bir söz vardı: “Bir saatiniz bir gününüz, bir gününüz bir seneniz…” Tarım işi büyük bir disiplin gerektiriyor ve gençlerimiz bu disipline ayak uydurmakta zorlandıkları için tarımda yer almak istemiyorlar.
İşin bir de maddi boyutu var. Geçmişte büyüklerimiz 200 ila 300 dekarlık alana ekim yaparken, biz şuan da 600 ila 700 dekarlık bir alanı ekip biçiyoruz. Ancak kazancımız neredeyse aynı. Ektiğimiz alan büyüyor ama gelirimiz azalıyor. Üstelik alan genişledikçe iş yükü de artıyor. Bu nedenle gençler, ‘yüksek maliyetler’ ve ‘düşük kazançlar’ nedeniyle tarıma mesafeli yaklaşıyor. Bunun yanı sıra kırsalda sosyal olanaklarının yetersizliği de tarıma yönelimi engelliyor. Hastane ve okula ulaşım zorluğu, çocukların sosyalleşmesi gibi temel ihtiyaçlar karşılanamıyor. Ayrıca gençlerin zaman geçirebileceği çay bahçesi, kafe ya da pastane gibi sosyal alanların eksikliği köy yaşamını cazip kılmıyor. Oysa insanlar köyü bir tanısa, eminim ki seveceklerdir.
Gençlerimiz için mutlaka destek sağlanmalı. Seçilenler ya da atananlar tarafından, köylere yönelik teşvikler ve yardımlar artırılmalı. Gençlerin tarıma kazandırılması ve köylere geri dönüşlerin sağlanması için ciddi adımlar atılmalıdır.
Sadece köylerin değil, ilçelerin de cazip hale getirilmesi gerekiyor. Özellikle Eskişehir’de sürekli bir kent merkezine göç yaşanıyor. Ancak bu göç, dışarıdan gelen bir akış değil; ilçelerden merkeze doğru bir hareketlenme söz konusu. Bu nedenle ilçelerin ayakta tutulması, sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesi şart…
“Yoğun iş temposu ve yaşam zorlukları nedeniyle birçok köyde bekar nüfus artıyor”
“Köyde kalana kız verilmez” gibi önyargılar hala gençleri etkiliyor mu?
Sürekli işimizin başında olmak zorundayız. Kendi işiniz olduğu için, her an orada bulunmanız gerekiyor. Biz hem doğayla, havayla, toprakla hem de insanlarla uğraşıyoruz. Tüm bunlara ek olarak bir de artan maliyetlerle baş etmek zorundayız. Bu durum da üzerimizde sürekli bir stres yaratıyor. Öte yandan, karşı taraftan ise daha düzenli bir yaşam beklentisi var. “Sabah sekizde işe gidip akşam beşte işe dönsün” istiyor. Ancak tarımda bu mümkün değil. Belirsiz çalışma düzeni, ağır iş yükü kadınlar açısından zorlayıcı olabiliyor. Kendi çevremde bunun birçok örneğini görüyorum. Bazı köyler de, nüfusun yarısından fazlası bekar… Bu şartlar altında insanlar evlenmeyi de, köyde yaşamayı da tercih etmiyor. Çünkü hem ev kurmak hem de geçim sağlamak kırsalda her geçen gün daha da zorlaşıyor. Köyde geçim sağlamak için hem tarımla hem de hayvancılıkla uğraşmak gerekiyor. Bu da yılın büyük bir bölümünde yoğun bir tempo anlamına geliyor. Biz çiftçiler, hiçbir zaman erken rezervasyonla tatil planı yapamayız. Hatta bazı sezonlar tatil yapmak imkansız hale geliyor. Bu yüzden “Hafta sonu pikniğe gidelim” ya da “Yaz tatili planı yapalım” gibi cümleler bizim için pek mümkün olmuyor. Ancak yağmurlar iyi gider, işler biraz hafiflerse, o zaman belki kısa bir kaçamak yapma şansı bulabiliyoruz. Bu zorlu yaşam koşulları, sosyal ve ailevi anlamda da sorunlara yol açabiliyor.
“Genç üreticilere destek için sigorta priminin en az yüzde 50’si devlet tarafından karşılanmalı"
Gençlerin tarıma dahil olması için ne tür teşvikler olmalı? Mevcut destekler gençlerin tarıma girmesi için yeterli mi?
Geçen yıl, başımızdan bir olay geçti. Tam hasat dönemindeydik. Bir gecede alınan ithalat kararıyla, elimizdeki üründen milyarlarca lira zarar ettik. Bu nedenle, gençlerin tarıma yönelmesi için sadece destek verilmesi yeterli değil. Aynı zamanda, kazancı güvence altına alacak kalıcı ve istikrarlı politikalar da oluşturulmalı. Tarımsal üretimi sürdürülebilir kılmak için geliri artıracak teşvikler hayata geçirilmeli. Bununla birlikte, gençlerin kırsalda kalmasını sağlamak için sadece ekonomik değil, sosyal yaşam da desteklenmeli. Bir diğer önemli konu ise sağlık sigortası…
Çiftçilerin sağlık sigortasının devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Çünkü biz çiftçiler, düzenli ve sabit geliri olmayan bir iş yapıyoruz. Üstelik her an doğal afet riskiyle karşı karşıyayız. Ne kazanacağımız önceden belli olmuyor. Bugün çiftçiler aylık yaklaşık 10 bin lira sigorta primi ödüyor. Bu da yılda 120 bin liraya denk geliyor. Özellikle tarıma yeni başlayan genç çiftçiler için bu rakam ciddi bir mali yük oluşturuyor.
Devletimiz, çiftçilerin ve özellikle genç üreticilerin sağlık sigortasını ya tamamen üstlenmeli ya da en azından yüzde 50’sini karşılamalıdır. Çünkü biz aslında kendi adımıza değil, toplumun gıda ihtiyacını karşılamak için üretim yapıyoruz. Bu, doğrudan kamu yararına bir hizmettir. Bu nedenle devletin bu alandaki desteği hem üretimin devamlılığı hem de gençlerin tarıma kazandırılması açısından son derece kıymetli olacaktır.
“Destekler, çiftçilerin işini kolaylaştırmalı, karmaşık hale getirmemelidir…"
Gençleri tarıma özendirmek amacıyla bir dönem genç çiftçilere yönelik destekler verildi. Bu destekler işe yaradı mı?
Açıkçası ben destek istemiyorum. Çünkü o kadar çok prosedür var ki, bir noktada "Lanet olsun, vermesinler daha iyi" diyorsunuz. Desteklerin mutlaka olması gerekiyor, ancak bu kadar uğraştırıcı olmamalı. Verilecek destekler zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olmalı. Prosedürlerin sadeleştirilmesi şart…
“Artık toprağı anlamamız gereken bir canlı olarak görüyoruz…”
Sizce genç çiftçiler, tarımda geleneksel üretim anlayışını dönüştürüyor mu? Yoksa hala alışıldık yöntemlerle mi üretim yapılıyor?
Kesinlikle, artık babalarımızdan gördüğümüz tarım anlayışıyla üretim yapılmıyor; her şey tamamen değişti. Sulama sistemlerinden makinelere, ekipmanlardan ekim stillerine ve hasat yöntemlerine kadar birçok şey dönüştü. Ancak bu teknolojik yenilikler, beraberinde yeni yükler de getirdi. Makine ve ekipmanların bakımları artık ciddi maliyetler oluşturuyor. Artık geleneksel yöntemleri geride bıraktık ve daha verimli, planlı bir üretim yapıyoruz. Eskiden bir ürün alırken, şimdi iki ürün alıyoruz. Her yıl kendimizi geliştirerek daha verimli hale geliyoruz. Örneğin, geçmişte büyüklerimiz “Toprağın altına dap, üstüne üre” derdi. Ancak biz artık toprağı daha iyi tanıyoruz ve analizler yaptırıyoruz. Hangi besine ihtiyacı varsa, o doğrultuda gübreleme yapıyoruz. Eskiden sadece iki çeşit gübre vardı; 30-40 kilo atıp geçerlerdi. Şimdi ise toprağın ihtiyaç duyduğu kadar ve doğru zamanda gübreleme yapıyoruz. Bu, modern tarıma geçtiğimizin bir göstergesidir. Artık toprağı sadece ekip biçilecek bir alan olarak görmek yerine, anlamamız gereken bir canlı gibi görüyoruz. Değer vererek ve anlayarak tarım yapıyoruz.
“Teşvikler uygulamada yetersiz kalıyor, üretici riskle baş başa bırakılıyor”
Modern tarım uygulamaları ürün deseninizi etkiledi mi, yoksa üretimde hala geleneksel ürünler mi tercih ediliyor?
Ürün deseninde köklü bir değişiklik yaşanmadı. Eskiden buğday, arpa, domates, biber ve patlıcan gibi ürünler yetiştirilirken, zamanla dane mısır, çerezlik ay çekirdeği ve kabak çekirdeği gibi ürünler de eklenmeye başlandı. Bu değişim, tüketici talepleri ve piyasa eğilimlerinin etkisiyle ortaya çıktı. Ancak tıbbi ve aromatik bitkilere hala ciddi bir yönelim yok. Bu durum büyük ölçüde Tarım İl ve İlçe Müdürlüklerinin yetersizliğinden kaynaklanıyor. Bugüne kadar hiçbir ziraat mühendisi ya da yetkili gelip bize, “Eskişehir’de şu ürün iyi yetişir, bir deneyelim” gibi bir öneride bulunmadı. Oysa Tarım İl veya İlçe Müdürlüklerinin üreticiye, “Bu ürünü ilçemizde denemek istiyoruz, size tohum desteği vereceğiz, teknik desteği de mühendis arkadaşlarımız sağlayacak” demesi gerekiyor. Bu tür uygulamalar üreticiyi cesaretlendirecek adımlar olur. Ancak mevcut sistemde teşvikler genellikle sadece kağıt üzerinde kalıyor. Eğer ürettiğiniz ürünü satamazsanız, tüm emek ve yatırım boşa gidiyor. Bu da üretici için büyük bir risk anlamına geliyor.
“10 çiftçiden 8’i bankalara borçlu, üretim krediyle dönüyor…”
Peki, bu harcadığınız emek ve yatırımların maddi anlamda karşılığını alabiliyor musunuz?
Mümkün değil... Ürünlerimizi istediğimiz fiyatlara satamıyoruz, bu yüzden emeğimizin karşılığını tam olarak alamıyoruz. Biz köyde büyüdük, bu işe emek verdik ve seviyoruz. Ancak artık çocuklarımızı köyde yetiştiremiyoruz. Üretim şartları her geçen gün daha da zorlaşıyor, işçi bulmak ise neredeyse imkansız hale geldi. Bu kadar stresin altına girmeyeceklerini bildiğim için, gençlerin bu işi sürdüreceğini sanmıyorum. Şu an elimizdeki traktörü, makineleri ve ekipmanları satsak, başka bir sektöre geçsek muhtemelen daha iyi para kazanırız. Tarım alanında üretim yapabilmek için çok büyük sermaye ve yatırım gerekiyor. Ancak ne yazık ki kendi ürünümüzün fiyatını biz belirleyemiyoruz. Çiftçi, bir yıl boyunca devletin açıklayacağı taban fiyatı bekliyor. Peki, hangi özel sektör çalışanı ya da kamu personeli bir yıl boyunca belirsizlik içinde çalışıp yalnızca yüzde 5-6 zam almayı kabul eder? Çiftçi, geleceğini planlayamıyor çünkü alacağı ürün fiyatını önceden kestiremiyor. Hem üretici hem de tüketici olarak çifte enflasyona maruz kalıyoruz. Gübre, tohum, ilaç gibi tarımsal girdilerde yüksek enflasyon yaşanırken, aynı zamanda temel ihtiyaçlarımızı karşılarken de artan fiyatlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bu koşullarda yılda verilen yüzde 5–10’luk zamlar çiftçiyi ciddi şekilde zorluyor. Bugün çiftçilerin büyük bölümü banka kredileriyle ayakta durmaya çalışıyor. 10 çiftçiden en az 8’i borçlu ve üretimini krediyle sürdürüyor.
“Gübre ve tohum fiyatları katlandı, işçilik yüzde 100 artış gösterdi”
Geçen yıla kıyasla bu yıl maliyetlerinizde ne kadar artış oldu?
Mazotta çok fazla bir artış olmadı ancak gübrede yaklaşık yüzde 40 ila 50, tohumda yüzde 50, işçilikte ise yüzde 100'e yakın bir artış söz konusu. Yeni bir maliyet hesabı yaptığımızda ise toplam maliyet artışı yüzde 40'ı buluyor.
“Eğer devlet elimizden tutarsa, 200 milyon nüfusa yeterli üretim yapabiliriz”
Türkiye’de tarımın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Gençler gelecekte nasıl bir rol üstlenmeli?
Bizim bakmakta olduğumuz nüfus günden güne artıyor. Şu an 86 milyon yurttaşımızı besliyoruz. Bunun yanı sıra, her yıl 60 milyon turist ülkemize geliyor ve şu anda baktığımız mülteci sayısı ise yaklaşık 7 milyon civarında. Yani toplamda, 150 milyonluk bir nüfusa gıda üretmek zorundayız.
Tarım topraklarımız yerinde duruyor fakat bu toprakları genişletemiyoruz. Metrekare başına alabileceğimiz verimi artırmamız gerekiyor. Bunu da çiftçiyi küstürmeden yapmak zorundayız. Çiftçi toprağına küsmezse ona iyi bakar. Ancak çiftçi topraktan umudunu keserse, toprağına bakamaz. Toprağına bakamayan çiftçi, sonunda ithalat politikalarına yol açar. Yani, kendi çiftçimize vermediğimiz desteği, başka ülkelerdeki çiftçilere vermiş oluruz ve onları doyururuz. Oysa verimli topraklarımız ve arazilerimiz mevcut. Eğer devlet, çiftçinin elinden tutarsa, 150 milyon, hatta 200 milyon nüfusa kendi kendine yetebilecek bir üretim yapabiliriz. Ayrıca, topraktan aldığımız verimlilik oranını da artırabiliriz. Ancak şu anda insanlar para kazanamadığı için toprağa küsmüş durumdalar. Yine de işleri yapmaya çalışıyorlar. Ben de bu işi yapmak için uğraşıyorum. Eğer toprağımdan aldığım ürünün değeri artarsa ve işi severek yaparsam, metrekarede yetiştirdiğim ürünü iki katına çıkarabilirim. Bu sayede kendi kendimize yetebilirlik artar ve ithalat azalır. Ancak bu şekilde ilerlemezsek, maalesef gelecekte daha fazla ithalat yapmak zorunda kalırız. İthalatın artması ise enflasyonun yükselmesi demektir ve bu da tüketicilerin zor günler yaşayacağı anlamına gelir. Bu yüzden tarım politikalarının bir an önce geliştirilmesi, düzenlenmesi ve çiftçi lehine programlar yapılması gerekmektedir.