Bombanın pimini çekip kamuoyunun önüne bıraktılar
BUSE KUŞCU: Liseler için yeni bir eğitim modeli gündeme geldi. Yeni eğitim modelinde hedeflenen temel amaç nedir?
FAİK ALKAN: Türkiye’de, “4+4+4” dediğimiz formülasyon uzun zamandır tartışmaya açık bir konuydu. Bu noktada öncelikle sormamız gereken temel soru şudur: “Bu kadar acele edilmesini gerektiren durum nedir?”
Bugün karşımızda MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) adında bir gerçeklik var. MESEM’ler, hem iş gücü ve emek piyasasını baskılayan hem de sermayeye ciddi kaynak aktaran yapılar haline geldiler. Meslek liselerine alternatif olarak ortaya çıkan bu yapıya, biz “Çin modeli” adını veriyoruz. Bu yaklaşımda buradan kaynaklandı. 4+4+4 meselesinde en çok itiraz ettiğimiz noktalardan biri buydu.
Milli Eğitim Bakanı, bir yandan kamuoyunun gündemini değiştirmeye çalışırken, diğer yandan da kafalarındaki yeni eğitim modelini hızlıca uygulamaya koymak istiyor. Bu çıkışı da altını doldurmadan kamuoyunun önüne attı. Tabiri caizse, “bombanın pimi çekilmiş ve kamuoyunun önüne bırakılmıştır.” Oysa bu çıkışın arkasında oldukça net bir düşünce var. Birincisi: “sermayeye eleman yetiştirme” hedefi doğrultusunda, 18 yaş sınırını tartışmaya açılarak 16’ya çekilmek isteniyor. Bu, aynı zamanda Anayasa’daki “çocukluk” tanımının da geriye çekilmesi anlamına geliyor. İkincisi: “3.ve 4.kademeyi” tartışalım” deniliyor. 2+2 ya da 3+1 gibi modellerle, özellikle Anadolu, fen ve sosyal bilimler liselerinde son sınıf öğrencilerinin artık okula gelmeden üniversiteye hazırlanmaları, buna rağmen lise diploması almaları anlamına geliyor.
Kız çocuklarının okuldan ayrılma oranı oldukça yüksek…
Bu modelin bir başka boyutu daha var. Uzun zamandır Milli Eğitim Bakanlığı’nın temel politikaları arasında, Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından olan “eğitim-öğretimin birleştirilmesi, karma eğitim ve laik eğitim” konusunda farklı bir niyeti olduğunu gözlemliyoruz. Kız çocuklarının okuldan ayrılma oranı şuanda oldukça yüksek; okullaşma oranı ise oldukça düşük. Tüm bunları bir araya getirdiğimizde kısa vadede ortaya çıkan tablo şudur: Bakanlık, “Yeni Maarif Modeli” ile 21.yüzyıl eğitim politikalarını bu doğrultuda birleştirmeye çalışıyor. Biz dernekler olarak şunu vurguluyoruz: 1770’lerden 1945’e kadar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte eğitimde büyük atılımlar gerçekleştirdik. Avrupa’yı yakalamayı, onun ortaya koyduğu felsefeyi oluşturmayı ve eğitimle sınıf atlamayı amaçlayan bir Cumhuriyet kazanımı vardı. Bugün ise bu kazanımların yavaş yavaş ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Bu tartışmaların temelinde yatan düşünce: Türkiye’yi bir “Çin” yapmak, emek piyasasını baskı altına almak ve ucuz iş gücü yetiştirmektir.
Mülteci çocukların çalışma yaşı 8’e kadar düştü
Türkiye’de, mülteciler üzerinden birçok tartışma yürütülüyor. İstanbul ve Kocaeli gibi büyük metropollerde “mülteci çocukların çalışma yaşı 8’e kadar düşmüş” durumda. Bu model, Türkiye genelinde de yaygınlaşacak. Türkiye’de en çok yapılan şey, emeği baskılamaktır. Bir zamanlar “Meslek liseleri, memleket meselesi” derken, şimdi meslek liselerini de tasfiye edecekler. Ortaokuldaki öğrenciler sanayinin çarklarına yönlendirilecekler. Yaşam koşullarının zorlaştığı, ekonominin dibe vurduğu ve alım gücünün düştüğü bir dönemde, ailelerin önceliği de aile bütçesine katkı sağlamak olacak. Bu nedenle çocuklarını okula göndermek yerine sanayiye göndermeyi tercih edecekler.
Ara eleman meselesi, Osmanlı’dan bu yana süregelen bir tartışmadır
Sanayiciler “ara eleman yetişmediğinden” dert yanıyor. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ara eleman tabi ki de yetişmez. Çünkü “reform” adı altında sunulan düzenlemelerin gerçekte ne kadar kötü olduğunu dile getiriyoruz. Bu konuda Bakanlık, psikolojik üstünlüğü bizden alabilmiş değil. Çünkü ortada ne bir planlama var ne de bir yönlendirme. Her kentte, her ilçeye üniversite açarsanız ister istemez gençler de umudunu sanayide değil, üniversiteler de arar. Kim çocuğunun işçi olmasını ister ki?
Okullarda yönlendirme yapılırken gerçekçi bir tablo sunmak zorundayız. Türkiye bir sınavlar ülkesidir. LGS, üniversite sınavı, KPSS… Sermaye kendi cephesinden bakıyor, biz ise emek cephesinden bakıyoruz. Ara eleman meselesi, Osmanlı’dan bu yana süregelen bir tartışmadır. Burada yapılması gereken temel şey, iyi bir eğitim sistemi kurmaktır. Almanya’nın eğitim sistemi 19.yüzyılda şekillendi ve bugün küçük dokunuşlarla devam ediyor. Onlar ara eleman yetiştirebiliyor da biz neden yetiştiremiyoruz?
Türkiye sermayesinin görmesi gereken bir gerçek var. Türkiye, çarpık bir kapitalizm üzerinden yükseldi. Altyapı eksik, sınıf mücadelesi başka bir noktada… Bu nedenle “ara eleman tartışması, topu taca atmaktan” başka bir şey değildir.
Bugün spor liselerine, sosyal bilimler liselerine, fen liselerine ve Anadolu liselerine yönlendirme yapılırken; neden meslek liselerine yapılmıyor? Bir zamanlar Eskişehir Atatürk Endüstri Meslek Lisesi, dönemin en başarılı meslek liselerinden biriydi. Ancak bugün hiçbir okula giremeyen, okullarda “sorunlu” olarak nitelendirilen öğrencilerin uğrak noktası haline geldi. Zaten birçok bölümde öğrenci bile yok.
Eğitimin üzerinde siyaset olmamalıdır
Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim politikalarını eleştiriyorsunuz… Sizce eğitim nasıl bir model üzerinden ilerlemelidir?
Öncelikle siyaset, eğitimin üstünde olmamalıdır. İktidarlar, kendi ideolojilerine uygun bireyler yetiştirmek isteyebilir. Ancak gerçekten ülkenin geleceğini düşünüyorsanız ve mevcut eğitim modeli ihtiyaçlara cevap vermiyorsa, yapılması gereken: Bilim insanlarıyla, sendikalarla, derneklerle bir araya gelip bir planlama yapmaktır. Bu planlamanın temelinde de “Benim ihtiyaçlarım nerelerde?” olmalıdır. Eğitim politikası, halkın ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilmelidir. Üniversitelerimizin mevcut durumu ise ortadır. Bu kentte üç üniversite bulunuyor. Ancak bu kurumlar yalnızca toplantılar düzenlemekle yetiniyor. Kentin dokusuna, yaşamına ve sanayisine entegre olamıyorlar. Sadece teknopark açmakla bu sorunlar çözülmez. Asıl soru şudur: “Üniversiteler üretim alanlarında mı?”
Bu gidişle akademisyenler işsiz kalacak ancak farkında değiller
Geçtiğimiz günlerde öğretmenlerin KPSS’ye girmeden atanacağı yönünde bir açıklama yapıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Eğitim fakültelerin var ve bu fakültelerden mezun olanlara “sen öğretmensin” diyorsun. Ancak ardından KPSS’ye girmelerini şart koşuyorsun. Bu da yetmiyor, bir de mülakat ucubesini getiriyorsun. Ankara’da insanlar bu uygulamalara karşı isyan ediyor. Türkiye birincisi olmuş bir aday, sadece ismi nedeniyle mülakattan elendi. Şimdi ise Milli Eğitim Bakanı çıkıp diyor ki; “Bu sistem de olmaz, artık öğretmenleri eğitim akademilerinden yetiştireceğiz.” Peki, bu akademilerde kim ders verecek? Peki, kim ders verecek? Akademilere gelecek öğretmen adaylarını nasıl belirleyeceksin? Yandaşlık mı kriterin olacak, yoksa iktidar partisinden gelen listeleri mi? Bu yaklaşım, Anayasası'nın en temel ilkesi olan eşitlik ilkesine aykırıdır.
Türkiye’de kamu emekçileri arasında iki meslek grubu vardı ki bir türlü itaate zorlanmazlar: Doktorlar ve öğretmenler….Çünkü bu meslekler, Cumhuriyet’in projesi olarak ortaya çıkmışlardır. Bugün de bu iki grup, seküler ve laik bir yaşam biçimini savunmaya devam etmektedir.
Eğitim fakültelerindeki hocalar, işsiz kalacaklar ve farkında değiller. Artık onlara ihtiyaç duyulmayacak. İktisat, işletme, makine mühendisliği gibi bölümlerden mezun olanlar, öğretmen olmak istediklerinde hemen akademilere başvuracaklar ve öğretmen olarak yetiştirilecekler. Bu durum, eğitim fakültelerinin varlık sebebini ortadan kaldırıyor. Bu yüzden en çok sesin bizden değil, eğitim fakültelerindeki hocalardan ve öğrencilerden çıkması gerekiyor. Ancak ne yazık ki bir ses duyamıyoruz.
Ücretli öğretmenler düşük maaş ve eksik sigortayla çalışıyor
Öğretmen atamalarında izlenen politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeterli bir sayı olduğunu düşünmüyorum. 100 binden fazla ücretli öğretmen çalıştırılıyor. Devlet, insanları açlığa mahkûm bırakıyor. Eskişehir gibi illerde norm fazlası varken, Hatay başta olmak üzere deprem bölgelerinde ve İç Anadolu’nun Yozgat gibi illerinde öğretmen açığı var. Bakanlık, kolaya kaçıp ücretli öğretmen ayarlıyor. Düşük maaş, eksik sigorta… Böyle bir devlet modeli olamaz. Biz, 100 binden fazla atama istiyoruz. Biz, eğitimin kalitesini ve niteliğini tartışmıyoruz. Öğrenciler ne kadar memnun, ne kadar mutlu? Çocuklar neden geleceği yurt dışında arıyor? Artık ortaokul öğrencileri bile bu hayallere sahip.
Eskişehir’de okullaşma oranı yüzde 97’nin altında, yeni okul ihtiyacı büyük
Eskişehir’de kırsal bölgeler ile merkez ilçeler arasında eğitimde fırsat eşitliği sağlanabiliyor mu?
İlçeleri bırakın, kentin içindeki mahalleler arasındaki okullarda bile fark var. Kentimizin en temel problemi ikili eğitim. Bu hâlâ çözülememiş bir sorun. Özellikle merkez okullarda sınıflar çok kalabalık. Bizim okullaşma oranımız çok düşük ve yüzde 97’nin gerisinde. Yani yeni okullar üretemiyoruz. Depremde boşaltılan okullar şu anda enkaz hâlinde. Yeni yapılan okul yok. Osmangazi, Porsuk, Sami Sipahi, Gökhan Yavuz gibi birçok okul sayılabilir. Bu okullar yapılamadı ve hâlâ öylece duruyor. "Okul içinde okul" modeli ile çözülmeye çalışılıyor. Porsuk’u alıp Gülay Kanatlı’ya monte ediyorsunuz. Almanya’da böyle mi, Çin’de böyle mi? Çin’deki öğrenciler yapay zekâyı tartışırken, bizim öğrencilerimiz TÜBİTAK’ta hoşafı tartışıyor. Üniversiteler de keza aynı durumda. Üniversiteler ne kadar bilim üretiyor?
Sınıflar kalabalık, spor salonları yok, hijyen eksikliği derinleşiyor
2024-2025 eğitim öğretim yılına başlarken de sorunlarla başladık. Gerek hijyen, gerek personel sıkıntısı, gerekse depreme dayanıksız okulların yapılmaması gibi... Hâlâ bu sorunlar devam ediyor mu?
Bu bir bumerang etkisi gibi… Sürekli aynı döngüde yaşıyoruz. Sorunlarla kapatıyoruz, sorunlarla açıyoruz. Sağlıklı bir ortamı olan okullarımız yok. Sınıflar küçük ama sınıfa giren öğrenci sayısı çok fazla. Okullarımızın neredeyse hiçbirinde spor salonu yok. Biz kadrolu eleman tahsis etmiyoruz. Talep olmayınca ücreti arttırıyorlar. Bu gibi palyatif çözümlerle sorunları ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bu şekilde olmaz. Pandemide hijyenin önemini derinden yaşadık; arkasından deprem gerçekleşti. Şimdi ise yangın konusu gündemde… Okullarda yangın konusu kesinlikle tartışılmalıdır. Öğretmen arkadaşlarımız tatbikatlar yaptı ama sadece tatbikatla olmaz. Bilinçlendirme olmalı. Kapılar gerçekten dayanıklı mı? Merdivenlerimiz bilimsel mi? İnşaat Mühendisleri Odamız var; bu gibi kurumlardan görüş alınması gerekiyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı dışında bağımsız kurumlarca denetlenmesi lazım…Milli Eğitim Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın ortaklığında, depremden sonra okullarımızla ilgili bir rapor çalışması yapıldı. Ancak biz hâlâ o raporun içeriğini bilmiyoruz. Bu sonuçları göremiyoruz. Hangi okullarımız depreme dayanıklı? Veliler, öğrenciler ve eğitim çalışanları bu raporun sonuçlarını bilmek zorunda. Bu iş, eğitime ne kadar bütçe ayırdığınızla ilgili. Sorunlar kartopu gibi büyüyerek devam ediyor.