Toplumların aynası, en çok da adalet anlayışlarında parıldar. Son yıllarda sıkça duyduğumuz bir ifade var: “Kadının sözü esastır.” Kulağa hem güçlü hem de haklı geliyor. Çünkü yüzyıllar boyunca kadınların sesi bastırıldı, sözleri sorgusuzca yok sayıldı. Şimdi bu söz, o susturulmuş tarihin karşısına bir direniş cümlesi gibi dikiliyor.
Ama mesele şu: Bu ifade, bazı yerlerde sanki tek başına bir hüküm gibi kullanılmaya başlandı. Oysa adalet, tek sesli bir alan değildir. Olmamalıdır. Bir beyanın esas alınması, onun mutlak doğru olduğu anlamına gelmez; sadece dikkate alınması, ciddiyetle incelenmesi gerektiğini gösterir. Özellikle cinsel saldırı, taciz, şiddet gibi konularda kadının sözü elbette ki esastır. Ama sanki verilen bu hakkı kötüye kullanan kadınlarda mevcut. Bu sebeple suçsuz yere yargılanan insanlar var. Ve o insanlar birilerinin babası, oğlu, abisi ya da kardeşi olarak düşünülmeli... yaşanılan mağduriyetin ve adaletsizliğin kurbanı olanlardır.
Ancak unutmamak gerekir ki beyanla beraber delil, bağlam, süreç ve adalet duygusu da önemlidir. Kadının beyanı mutlak doğru değildir; ama doğru olabileceği ihtimaliyle araştırılması gereken bir ifadedir. Aksi halde bu ilke, hakikatin değil, duygunun terazisi olur.
“Kadının sözü esastır” cümlesi bir başlangıç olabilir, kadınların yok sayıldığı o karanlık devirlerin artık kabul görmediğini gösteren bir çağrı. Ama bu çağrının gücü, adaletle desteklenirse gerçek dönüşümü yaratır. Zira seslerin duyulması kadar, doğru anlaşılması da önemlidir.
Ve belki bir gün, kadın ya da erkek demeden “insanın sözü esastır ama gerçeğin yolu adaletten geçer” diyebileceğimiz bir toplum inşa ederiz.