“Bulunmaz Hint kumaşı” deriz ya, aslında ne çok şey sığar bu kısa söze. Nazlı sevgiliyi tanımlar, ulaşılması güç bir hayali, eşsizliği, nadirliği… Ama kelimelerin yükü sandığımızdan ağırdır bazen. Çünkü bu deyimin ardında, sömürülmüş bir halkın gözyaşı, susturulmuş ustaların kanı, kesilmiş parmaklar ve unutulmuş bir isyan yatıyor.

Hint kumaşı denilince akla gelen şey, yumuşacık dokuması, tül gibi inceliği, nefes aldıran zarafeti olur. Özellikle Bengal bölgesinde üretilen “muslin” yani “Dhaka muslini” o kadar inceydi ki, bir top kumaş bir yüzükten geçirilebiliyordu. Geceleri çiğden korunmak için yedi kat giyilirdi, ama hâlâ ten belli olurdu. Renkleri, desenleri ve ipliğinin zarafetiyle Avrupa saraylarının vazgeçilmezi hâline gelmişti bu kumaşlar. Kralların, kraliçelerin, soyluların üzerinde taşıdığı bir prestijdi; ta ki İngilizler bu eşsizliğin ekonomisini fark edene kadar.

İngiltere, Hindistan’ı sömürgeleştirdiğinde, Hint kumaşları İngiliz tekstil sanayisi için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Manchester’ın sanayileşen makineleri bile Bengal'in ustalarının el emeğiyle yarışamıyordu. Ne yaptılar biliyor musunuz? Talep azalsın, muslin unutulsun, diye on binlerce dokumacının parmaklarını kestiler. Bazı kaynaklar bu sayıyı 40 bine kadar çıkarır. Parmakları kesilen sadece eller değildi; bir kültürün, bir geleneğin, bir estetiğin can damarıydı onlar.

Bugün “bulunmaz Hint kumaşı” derken bir eşsizliğe vurgu yaparız ama çoğumuz bilmeyiz bu sözün bir ağıt taşıdığını. O kumaşlar artık gerçekten yok. Ustaları ya öldü ya susturuldu ya da geçim kaygısıyla makine tezgâhlarına yenik düştü.

Bu deyimi her kullandığımızda, aslında farkında olmadan bir trajediyi selamlıyoruz. Belki bundan sonra “bulunmaz Hint kumaşı” derken, sadece bir sevgilinin değil, susturulmuş binlerce ustanın, susturulmuş bir sanatın anısını da hatırlarız.

Çünkü bazı kumaşlar yalnızca iplikten değil, tarihle dokunur.