Bir sandalyeye oturuyorsun. Ama karşısı boş. Eskiden biri vardı orada. Belki bir arkadaş, belki bir büyük, belki de artık konuşmadığın biri. Her evde, her kafede, her bankta bir hayalet sandalye var. Sesi kesilmiş, bir daha dolmayacak sandalyeler...

Giderek sessizleşen bir çağdayız. Konuşmalar kısa, göz teması lüks, dinlemek ise nadiren yapılan bir eylem haline geldi. Kafelerde insanlar yan yana ama ayrı dünyalarda. Telefon ekranlarının içine düşmüş, orada sıkışmış gibiler. Oysa çok değil, 15 yıl önce biriyle buluşmak demek, iki kahve eşliğinde saatlerce susamamak demekti.

Hayalet sandalyeler işte bu yüzden ürkütücü. Çünkü bize unuttuklarımızı hatırlatıyorlar. Bir gün herkesin karşısı boş kalıyor. Ve insan geriye dönüp şu soruyu soruyor: “Son konuşmamızda ne demişti?” Ya da “Acaba daha fazla dinlese miydim?”

Belki de teknoloji bizi yalnız bırakmadı, biz birbirimizi bıraktık. Dikkatimizi, sesimizi, zamanımızı. Biri bir şey anlatırken o sırada cevap yazmaya çalışmak, karşımızdaki kişinin zihninden düşmek demek. Ve sonra o kişi, bir daha gelmemek üzere o sandalyeden kalkıyor.

Belki bu yüzden bazı yerlerde masa ve sandalye hâlâ önemlidir. Bize ait olan şeyler, bizimle birlikte yaşlanır. Sessizce tanıklık eder hayatımıza. Bir sandalye kimileri için sadece bir eşya, ama kimileri için suskun bir dosttur.

Bu yazıyı okuduğun yerde, karşına bir sandalye çek. Belki birini hatırlarsın. Ya da belki, birini dinlemeye başlarsın. Çünkü bazen tek ihtiyacımız olan şey… o sandalyeyi boş bırakmamaktır.