Kork ya da Gül

“Genel izleyicinin çok ilkel dürtülere sahip olduğunu düşünüyorum. Ya korkuyoruz. Ya da gülüyoruz. Düşünen, düşündüren filmleri sevmiyoruz.”

Yönetmen Ferhat Şendağ’ın bu sözüne biraz derin bakalım.

Peki neden?

"Neden Derin Filmlerden Kaçıyoruz?"

İnsan beyni, milyonlarca yıl önce hayatta kalmak için evrildi. Bir çatının gölgesinde yırtıcı hayvan mı var? Ya kaçacaksın ya da korkunu bastırmak için gülümseyeceksin. Bu biyolojik dürtüler hâlâ bizimle. Modern hayat ne kadar karmaşıklaşsa da, zihnimiz hâlâ ilkel kalıplarla çalışıyor: Tehlike algısı, anlık haz, hızlı tepki. Bu yüzden sinema salonuna girdiğimizde derinlikten çok, hızlı aksiyon, kolay kahkaha ve net duygular arıyoruz.

Düşündüren filmler, izleyicide rahatsız edici bir yüzleşme yaratır. Kendinle, dünyayla, anlamla. Oysa gündelik hayat zaten yorucu. İş stresi, ekonomik kaygılar, yalnızlık… Tüm bunların üzerine bir de film izleyip varoluş sancısı çekmek istemiyoruz. Bu yüzden “iyi film” çoğu zaman “rahatlatan film” oluyor. Korkarsak da, gülersek de beynimiz dopamin salgılıyor. Düşünmek? O sadece yoruyor.

Oysa sanatın asıl işlevi sadece eğlendirmek değil, aynayı tutmak. Kendimize bakabilmek için cesarete ihtiyacımız var. Ama çoğumuz o aynaya bakmaktansa, karanlıkta kahkahayla gözümüzü kapatmayı seçiyoruz. Gerçekle yüzleşmek, kurguya gülmekten daha zor çünkü.