Eskişehir’in Seyitgazi ilçesine bağlı Yenikent Köyü yakınlarındaki Küllüoba Höyüğü, yalnızca Anadolu’da ilk planlı kentleşmenin ipuçlarını vermekle kalmıyor, aynı zamanda insanlık tarihine dair çok daha derin sorulara da yanıt arıyor. Prof. Dr. Murat Türkteki’nin başkanlığında süren kazılar, 5200 yıl öncesine uzanan bu yerleşimde toplumun nasıl örgütlendiğini, hangi sınıfsal ayrımların şekillendiğini ve savaşın o dönem yaşamın bir parçası olup olmadığını ortaya koyuyor.
Küllüoba’da evlerin yatay ve dikey düzlemde planlanması, mezarlıkların yerleşim dışına taşınması, statü farkını gösteren özel yapılar inşa edilmesi, aslında sadece mimari bir düzenin değil, toplumsal hiyerarşinin de kurumsallaştığını gösteriyor. Yani burada yalnızca taş ve kerpiçten evler değil, aynı zamanda sınıflara ayrılmış bir toplum da inşa edilmiş.
(Üç boyutlu canlandırma: Murat Afşar)
Sandukada Yan Yana Yatanlar
Geçmiş yıllarda bulunan ve yan yana sandukaya gömülmüş iki iskelet bu tabloyu daha da çarpıcı hale getirmişti.
· 13–14 yaşlarında bir çocuk ve 30–35 yaşlarında bir yetişkin ağır ve küt bir silahla öldürülmüş, ardından aynı sandukaya konmuştu.
· İskeletlerin sağlam kemik yapıları ve kas izleri, protein ağırlıklı beslenmelerini, yani toplumsal hiyerarşide ayrıcalıklı bir konumda olduklarını düşündürüyordu.
· Çocuğun öldürülmesi, soyun devamını engellemek veya intikamı önlemek amacıyla yapılmış olabileceği ihtimalini güçlendiriyordu.
Bu bulgular, Küllüoba’da bir iç çatışma veya kent içi bir savaş yaşanmış olabileceği tezini gündeme taşımıştı.
Yeni Buluntular: Asker Sınıfının İzleri
Son kazılarda ortaya çıkan yeni iskeletler bu teorileri daha da pekiştiriyor. Prof. Dr. Türkteki’nin aktardığına göre:
· Aynı şekilde ağır ve küt bir silahla kafatasına darbe almış 4 yeni iskelet bulundu. Türkteki, kazılar sürdükçe bu sayının artacağına inandığının altını çizdi.
· Bu bireyler sandukada değil, ölümlerinin ardından mezarlığa taşınarak defnedilmişlerdi.
· Kemik yapıları köylülerden çok farklıydı: iri, kaslı ve güçlüydüler. Yani karbonhidrat değil, protein ağırlıklı bir beslenme zinciri içindeydiler.
Bu özellikler, onların asker ya da savaşçı bir sınıfa ait olabileceklerini düşündürüyor. Nitekim bir iskelette hem kafatasında hem de sağ kolunda kırıklar tespit edildi; bu, darbelere karşı elini kafasına siper etmiş bir savunma anının kanıtı olarak yorumlandı.
Savaş, Asker ve Sınıflar
Bugün elimizdeki veriler, Küllüoba’da yalnızca evler, silolar ve yollar inşa edilmediğini; aynı zamanda toplumsal sınıfların ilk izlerinin belirdiğini ortaya koyuyor.
Bir yanda, tarım ekonomisinin belkemiğini oluşturan köylüler vardı. Onlar daha çok tahıla dayalı besleniyor, bu nedenle boyları görece kısa, kemik yapıları zayıf ve kas izleri daha silik görünüyordu. Yani hem fiziksel yapıları hem de yaşadıkları mekânlar, onların toplumdaki “alt sınıf” konumlarını yansıtıyordu. Bu insanlar gündelik üretimin omurgasını oluşturuyor, ama söz hakkı ve güç açısından sınırlı kalıyorlardı.
Diğer yanda ise, yeni buluntularla daha net ortaya çıkan asker sınıfı göze çarpıyor. Bu bireylerin kemikleri daha iri, kas yapıları daha belirgin ve beslenmeleri protein ağırlıklıydı. Onların köylülerden farklı bir diyetle yaşamaları, aslında farklı bir “sosyal kontrat” içinde olduklarını gösteriyor: Yani üreten değil, koruyan ya da savaşan bir toplumsal rol üstlenmişlerdi. Özellikle bir iskelette görülen sağ kol ve kafatasındaki kırıklar, bu insanların gerçekten savaş meydanlarında veya çatışmalar sırasında aktif görev aldıklarını düşündürüyor. Onlar sadece köyü savunmakla değil, belki de köy içi güç mücadelelerinde belirleyici rol oynamakla da görevliydiler.
Ve bu iki tabakanın üzerinde muhtemelen bir yönetici sınıf vardı. Bu sınıf, üretimi organize eden, askerleri yöneten ve toplumsal düzeni belirleyen “asiller”den oluşuyordu. Asillerin ayrıcalıklı konumlarını mimari yapılar (daha büyük ve farklı planlanmış evler), gömü gelenekleri (sanduka mezarlar) ve beslenme farklılıklarıyla da gözlemlemek mümkün. Böylece Küllüoba toplumu yalnızca üretim ilişkileriyle değil, aynı zamanda iktidar ilişkileriyle de şekillenmiş bir yapı haline geliyor.
Hatta bir adım daha ileri gidip şunu söylemek mümkün: Eğer köylüler üretimi sağlıyor, askerler koruyor ve asiller yönetiyorsa, bu zincirin en altında da köleler bulunmuş olabilir. Onlara dair doğrudan bir kanıt henüz olmasa da, dönemin üretim ölçeği ve sosyal farklılaşması göz önüne alındığında, köle emeğinin varlığı ihtimal dışı değil.
Kısacası, Küllüoba bize 5200 yıl öncesinde dahi insanların yalnızca bir arada yaşamadıklarını, aynı zamanda farklı görevler, haklar ve sorumluluklarla katmanlaşmış bir toplum düzeni kurduklarını gösteriyor. Bu düzenin ardında ise kaçınılmaz olarak bir “iktidar mekanizması” yani devletleşmeye giden ilk adımlar yatıyor.
Kent Dokusu Toplumsal Düzen Şemasıdır
Küllüoba, bugün yalnızca bir arkeolojik alan değil; aynı zamanda medeniyetin, savaşın ve sınıfların tarihini yeniden okumamızı sağlayan bir laboratuvar. Burada kazılan her yapı, bulunan her iskelet, bize kentleşmenin yalnızca evlerin yan yana gelmesinden ibaret olmadığını gösteriyor. Kent dediğimiz şey aslında toplumsal örgütlenmenin mekâna yansımasıdır.
Küllüoba örneğinde görülen planlı yerleşim, evlerin yönelimleri, depolama alanlarının büyüklüğü ve özellikle mezarlıkların yerleşimden ayrı tutulması, toplumun sosyal statü ve sınıf farklılıklarını mekâna da işlediğini kanıtlıyor. Yani kent dokusu, aynı zamanda bir toplumsal düzen şemasıdır. Köylüler daha sade evlerde yaşarken; asillerin ya da yöneticilerin evleri daha farklı ve ayrıcalıklı biçimde inşa edilmişti. Asker sınıfının varlığı ise kentin yalnızca ekonomik ve sosyal değil, aynı zamanda askeri bir organizasyonla da donatıldığını ortaya koyuyor.
Küllüoba Sosyolojik Ayna Tutuyor
Bir başka deyişle, Küllüoba bize şu dersi veriyor:
Kentlerin duvarları kerpiçten, ama toplumun düzeni iktidar, statü ve hiyerarşiden örülmüş. Bu hiyerarşi, mekânda da somutlaşmış: üretim alanları köylüye, yönetim binaları asillere, savunma ve güç ise askerlere ayrılmıştı. Böylece kent, yalnızca yaşamak için değil, sınıfları görünür ve kalıcı kılmak için de inşa edilen bir sahneye dönüşmüştü.
Bugün modern kentlerde gördüğümüz gelir dağılımına göre ayrışan mahalleler, prestijli merkezler ya da kentin çeperlerine sıkışan yoksul bölgeler, aslında Küllüoba’nın ilk izlerini taşıyan bir mirasın devamı gibi okunabilir. Eskişehir’de bile, bir yanda modern konut siteleri, diğer yanda gecekondu alanları ya da kırsaldan kente göç etmiş yoksul mahalleler arasındaki fark, 5200 yıl önceki toplumsal bölünmenin mekândaki karşılığını anımsatıyor.
Küllüoba bu açıdan bize sadece arkeolojik bir bilgi sunmuyor; aynı zamanda sosyolojik bir ayna tutuyor. Toplumlar tarih boyunca mekânı sınıflarına göre böldüler: Antik Roma’da villalar ve insulalar, Ortaçağ’da sur içi ve varoşlar, Sanayi Devrimi’nde işçi mahalleleri ve burjuva semtleri… Bugün de gökdelenler, lüks siteler, kapalı yaşam alanları ile kentin çeperlerindeki düşük gelirli bölgeler aynı geleneğin devamı.
Demek ki Küllüoba, sadece Anadolu’nun ilk planlı kenti değil; aynı zamanda bize şunu fısıldayan kadim bir tanık:
“Toplumsal eşitsizlik, kerpiç duvarların ötesinde, kentin dokusuna kazılıdır.”
Küllüoba’dan Bugünün Kentlerine
Bugün Eskişehir’in merkezinde yükselen rezidansları, kapalı siteleri, güvenlikli yaşam alanlarını ve kentin çeperlerinde sıkışan düşük gelirli mahalleleri gördüğümüzde aslında şaşırmamalıyız. Çünkü bu manzaranın kökleri 5200 yıl önce Küllüoba’da atılmıştı. O gün köylülerin tahıl deposuna, askerlerin güç alanına, asillerin ayrıcalıklı evlerine bölünen kent; bugün de gelir, statü ve iktidar çizgileriyle yeniden bölünüyor.
Yani Küllüoba bize sadece geçmişi değil, bugünü de anlatıyor. Kentleşme, hiçbir zaman yalnızca barınma meselesi olmadı; her zaman güç, hiyerarşi ve eşitsizliğin mekâna kazındığı bir süreç oldu. Kerpiç duvarların ardında saklanan toplumsal ayrımlar, bugün betonarme duvarların, yüksek çitlerin ve güvenlik kameralarının ardında yaşıyor.
Kısacası, 5200 yıl önce Anadolu’nun ortasında kurulan Küllüoba, bize hâlâ aynı soruyu sorduruyor:
Kentlerimizi gerçekten eşitlik için mi inşa ediyoruz, yoksa sınıfları daha görünür kılmak için mi?