İnsan bazen bir kitap okur ve ardından dünya eski dünya olmaktan çıkar. Kapak kapanır ama içimizde başka bir kapı aralanır. "Puslu Kıtalar Atlası" işte tam da böyle bir kitap. Sadece bir hikâye anlatmaz, okurunu tarihin, felsefenin, düşlerin ve hayalin kıyısında dolaştıran bir rüya sunar. Hem tanıdık hem büsbütün yabancı bir İstanbul’da, gerçek ile hayalin karıştığı sisli sokaklarda yürütür bizi.

İhsan Oktay Anar..
İsmini duyanların yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirir. “O adam çok başka yazıyor” derler. Haklılar. Felsefe eğitimi almış bir akademisyenden, böylesine masalsı, böylesine muzip ama aynı zamanda zihin açıcı bir roman beklenir miydi? Beklenmezdi belki, ama iyi ki yazdı.

"Puslu Kıtalar Atlası" onun ilk romanı ama belki de en çok iz bırakanı. İlk kitapların çoğu yazarın cümlelerle savaşının izlerini taşır; ama Anar, satırları sanki yıllardır tanıdığı kelimelerle örüyor. Korkusuzca, oyunbazca. Roman, II. Mahmud dönemi Osmanlı İstanbul’unda geçiyor gibi görünür ama bu, yalnızca ince bir zemin. Gerçekte ise zaman ve mekân iç içe geçmiş, her an bir rüyadan uyanabilir ya da başka bir düşün içine düşebilirsiniz.

Başkahraman Bünyamin’in masum bir oğuldan tuhaf bir kader yolculuğuna sürüklenişi, babası Uzun İhsan Efendi'nin “Atlas”ı ile başlar. O atlas öyle bir şeydir ki, içindeki dünya gerçekliği yeniden çizer; tıpkı yazarın yaptığı gibi.

Anar’ın diline gelirsek… Türkçeye âşık bir kalemin izlerini görürüz. Kimi zaman Osmanlıca sözcüklerle bezeli cümleler, kimi zaman kelime oyunları, kimi zaman da bir şair inceliğiyle kurulmuş metaforlar... Anlatıcı, klasik roman tekniklerini yerle bir eder, bizleri hem dışarıdan hem içeriden gözetler. Dördüncü duvar yoktur; yazar bize göz kırpar, zaman zaman kahramanlarıyla dalga geçer. Bu da romanı başka kılar.

Ama "Puslu Kıtalar Atlası" yalnızca “farklı” bir roman olduğu için önemli değil. Asıl büyüsü, zihinde bıraktığı tatta gizli. Her okur, kitap bittiğinde içinden bir şey eksilmiş gibi hisseder. Sanki bir rüyadan uyanmış, ama o rüyanın en güzel yerini unutmuş gibidir. Kitap biter, ama Bünyamin’in adımları hâlâ duyulur. Sisli sokaklar, fısıltılar, haritalar, hayalî kıtalar...
Ve belki de en çarpıcısı, "gerçekliğin" bir yanılsama olduğu fikri... Gerçek nedir, düş nedir? Belki de yazdığımız, yaşadığımız her şey yalnızca bir başkasının atlasında birer çizgidir.

İhsan Oktay Anar’ın bu başyapıtı, yalnızca bir roman değil; okura, düşünme ve hayal kurma hakkını iade eden bir pusuladır. Zamanın sıradan akışına bir çentik atmak isteyen herkes için okunması gereken bir metin. Çünkü bazen dünyayı anlamak için haritaya değil, Puslu Kıtalar Atlası'na ihtiyaç vardır.

Yazar kitabın sonunda kendisine küçük, güzel bir gönderme yapıyor ve bunu yalnızca iyi okurlar fark ediyor. Eğer uslu bir şirin olursanız. Belki farkındalığı fark edersiniz. Esen kalın.