Türkiye’nin kurucu partisi CHP, uzun yıllardır iktidar yüzü göremedi.

Kabus burada başlıyor zannediyorum.

2023 yılındaki seçimlerde “bu kez tamam” duygusunun toplumun geniş kesimlerine hakim olmasına rağmen iktidar kapısından dönmek, partinin yaşadığı şoku anlamaya yeter.

Üstelik CHP, tabanın içinde yorgunluktan beslenen azgın bir umut ile iktidar değişimine dair büyük umutlar taşıyan milyonların çatısı konumundayken kaybetti bu seçimi.

İktidar olacağım” iddiasıyla yola çıkıp kaybetmek, bambaşka bir kırılma yarattı.

Seçim sürecini hatırlayalım; Halkı ikna etmek için geniş bir ittifak kurulmuş, “ilk yapılacaklar listesi” hazırlanmış, ülkenin tüm siyasi damarlarını temsil edecek bir konsensüs oluşturulmuştu.

AK Parti karşıtlığı lokomotifti, fakat arkasına toplumun farklı kesimlerini çekebilecek vagonlar da eklenmişti.

Tam da bu nedenle, “kazanılmaya en yakın” denen bir atmosferde gelen kayıp, ülkede umutsuzluğu artırırken CHP içerisinde agresif bir değişim rüzgarı doğurdu.

Bu şokun ilk büyük sonucu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurultayda seçimi kaybetmesi oldu.

Kılıçdaroğlu için travmatik bir son elbette.

Fakat 38’nci kurultay başka bir şeylerin de sonra ermesi gerektiğini gösteriyordu.

Kurultay sonrasında delegelerin içine düştüğü durumu ve birbirlerine karşı sergiledikleri tutumu hatırladığımızda; çoktan tarihe karışması gereken delegelik düzeninin en çarpıcı biçimiyle yeniden sahnelendiğini gördük.

Delegeler elbette kıymetlidir, ancak delegelik siyasal temsilden çok farklı bir boyut kazanarak, parti içi iktidar mücadelesinin silahlarına dönüşmüş durumda. Bunu hep birlikte bir kez daha görmüş olduk.

Siyasi öznelerden ziyade, kurulmuş nesnelerden söz ediyoruz bir yerde. CHP, kendi travmasını omuzlarken aslında fonksiyonunu yitirmiş bu sistemi de taşıyor.

Kurultayda verilen pek çok söz, günün siyasi gerçekliği öne sürülerek, hukukun siyasallaştığı belirtilerek tuzla buz oluyordu.

İmamoğlu ve birçok belediyeye yönelik operasyonlar, aslında verilen sözlerin askıya alınması için ciddi gerekçeler sunmuyor değildi.

CHP travmaların içinden çıkamıyor, travmalar yeni bir CHP’yi zorunlu kılıyordu.

İşin özünde CHP, 19 Mart süresince halktan ciddi destek aldı, mevcut travmalardan sıyrılmak için fırsat yakaladı.

Halk, CHP’nin davasını kendi davası olarak gördü. Sokak eylemleri, mitingler bunu fazlasıyla gösterdi. Kendi yılgınlıklarını unutarak CHP’nin ayaklanması, kendine gelmesi, tedavisini tamamlanması için ciddi destek verdi.

Örgütsüzleştilmiş, örgütsel dayanışmadan koparılmış vatandaşlar, CHP gibi örgütlü bir yapıyı ayakta tutmak için elinden geleni yaptı. Şimdilik vatandaşın bu çabasının CHP’de pek de olumlu bir karşılık bulduğunu söylemek zor.

Bundan sonra CHP’nin “ben gadre uğruyorum” duygusundan sıyrılıp, iktidar olmaya değil de, milyonlarca insanın özlemini duyduğu müreffeh bir ülke yaratmaya aday olması gerekiyor.

İmamoğlu’nun içerideki tutsaklığıyla milyonlarca vatandaşın dışarıdaki özgürlüğü arasında hiçbir fark yok esasında. İtirazım İmamoğlu’nun lokomotif olmasına değil, yanlış anlaşılmasın ama vagonlar yok, yolcular eksik…

Okuyucularımın yakından bildiği üzere genelde yerel konular üzerinde yazmayı tercih ederim. CHP’nin içine düştüğü travmanın yereldeki etkisini yazmak niyetindeyim, böyle bir giriş yapayım dedim.

Yerel bir sonraki yazıya kaldı…