Mayıs ayının başlarıydı…

Henüz işletmesini yeni devraldığımız cafe’nin kapanış saatleri…

Masa ve sandalyeleri toplamaya başlamışken karşımıza çipil çipil gözleri olan, sarı, minik bir kedi yavrusu dikildi.

Eşim bu sevimli yumurcağı görünce hemen kucağını aldı ve sevmeye başladı.

Ben ise ani bir refleks ile atıldım. “Hülya sakın” dedim.

2012’den bu yana evimizi paylaştığımız 2 iri köpek ve 3 kedi ile yani toplam 5 evlatla devam eden hikâyemiz hep böyle başlamıştı çünkü…

Daha fazla sorumluluk, daha fazla masrafı kaldırabilecek ve hakkını verme konusunda bizi zorlayacak yeni bir evlat edinmekten kendimizi korumak istedim.

Tam o esnada bu ufaklığın yanına birkaç büyük kedi gelince rahatladım. Başka türlü biraz da korkmuş olan o yavruyu orada öylece bırakmak içimize sinmeyecekti.

Bak, ailesi de varmış, biz mama-su koyalım bunlara dışarıdan destek verelim” dedim.

Huzurlu ve gözümüz arkada kalmadan o akşam dükkânı kapadık ve eve gittik…

Ertesi gün bizim gibi ömrünü hayvanlara adamış Cafe komşumuz Nilgün Hocam önceki akşam karşımıza çıkan bu sarı yavruyu kucağını alıp bizim dükkâna getirdi.

Her tarafı motor yağı içinde, korkmuş, çaresiz bir durumdaydı.

Meğer bizim ailesi zannettiğimiz büyük kediler onun ailesi olmadığı gibi ona geceyi dar eden mahallenin kedi çetesiymiş… O da belli ki tüm geceyi bir araba kaputuna sığınarak geçirmiş.

Allah bir kez daha hem de ısrarla karşımıza çıkarttığına göre bir bildiği vardır dedik.

Bu da dükkânımızın kedisi olsun madem. Burada kalır, canı istediğinde gezer dolaşır ve kontrolümüz altında olur.

Hemen cadde üstündeki petshop’a gittik, gerekli malzemeleri aldık ve bu birazda şaşkın gözüken kedimizin adını Şakir koyduk.

O artık ailemizin 6. pati evladıydı ve güvenli bir alandaydı.

Diğer kedilerden farklı bir yüzü vardı. Çenesinin hemen altındaki şişliği ilk günlerde apse sanmıştık. Farklı hal ve hareketlerini, bazen kulaklarının duymamasını, dümdüz yürürken yalpalayıp düşmesini ve komutlara tepkisiz kalışını çok yadırgamadık.

Korkudan sürekli araç kaputlarına giren ve saatlerce oradan çıkmamış bir kedi olarak henüz rahata alışamadığını düşündük.

Sonradan anladık ki Şakir Bey özel bir çocukmuş.

Zihinsel engelli hatta down sendromlu özel bir kedi…

Bu duruma ona olan ilgi ve sevgimizi bir kat daha arttırdı. Dükkanda kalmasın dedik.

Her gece eve giderken götürüp, her sabah dükkana geri getirmeye başladık.

Yalnız bırakmak istemediğimiz için her yere bizimle gelmeye başladı.

Dışarıda yemek yerken, eğlenirken, EHA ofisinde, dükkanda ve geceleri diğer patili kardeşleri ile biraz mesafeli olsa bile bizimle aynı evde, aynı yatakta kalmaya başladı.

O kadar sessiz, uyumlu, farklı bir can ki anlatmaya kelimeler yetmez.

Nereye koyarsan saatlerce orada oturur, uyur… Pencereden ses çıkartmadan saatlerce kuşları izler ve sofrada çok sevdiği yemek olsa bile diğer kediler gibi sofra üstünde veya çevresinde dört dönmez, ikram edilirse ancak o zaman kibar kibar yer ve sessizce beklerdi…

Bir ara hasta oldu. Çok halsiz ve bitkindi… Dükkanda geçirdiği zamanlarda özgürlüğüne düşkün olduğu için sürekli dışarıda gezer, sadece dinlenmeye gelirdi.

Dükkandan hiç çıkmayıp, halsiz olunca hemen veterinere götürdük. İğneler, ilaçlar derken eski neşesi yerine geldi. Şakir Bey mahallenin maskotu olarak etrafa neşe saçmaya devam etti.

Pati dostu bir işletme olduğumuz için müşterilerimiz de ağırlıklı hayvan severlerden oluşuyor.

Şakir onlarında çok sevdiği, değer verdiği, oyunlar oynadığı bir evlattı.

Birkaç gün öncesine kadar herhangi bir sorun yoktu.

Pazartesi günü biraz halsiz, fazlaca uyuyan ve dükkândan dışarı çıkmayan bir tablo çizdi.

Akşam ise mamasını yemedi, suyunu içmediği gibi istifra etmeye başladı.

Ertesi gün hemen veterinere götürdük. Üşütmüştür, çok ciddi bir şey yoktur diye umarken ne yazık ki acı gerçekle yüzleştik.

Yapılan test ile Şakir’e gençlik hastalığı tanısı kondu.

Bu illet hastalık başımıza hiç gelmese bile ne kadar tehlikeli ve zor olduğunu biliyorduk.

Hemen tedaviye başladık. Sıvı takviyeli serumlar, özel antibiyotikler, yemek yiyemediği için sürekli şırıngayla besin ve vitamin desteği ile direnmeye çalıştık.

Çok değil 3,5 gün direnebilir ise bu ölümcül hastalığı atlatabiliriz diye umutlandık.

İlk gün umudumuz hiç düşmedi. Böcür böcür bakışları, gayreti ve yaşama sevincini eksik etmedi Şakir Bey… Ancak sürekli istifra ediyor ve dışkısından kan geliyordu.

Çarşamba günü ise hepten bitkin, halsiz düştü…

Nefesini zor alıyor, kafasını tutamıyor ve her geçen saat daha tepkisizleşmeye başlamıştı.

Bir insan için en zor anlar tahmin ediyorum ki o anlardır!

Evladının o halini çaresizce izlemek, herhangi bir şey yapamamak ve gidişatın kötü olduğunu kabul edemeyen bir psikoloji…

Olmadı, ne yazık ki Şakir Bey henüz 8 aylık ömrünü melek olarak noktaladı…

Can verirken bile direndi, son bir kez gözlerini açtı… Annesi bellediği Hülya’ya ardından ise bana baktı ve bir iki dakika zorlanarak ellerimizde can verdi.

Bu ruh halini anlatacak kelimeyi bulamıyorum.

Çok kayıplar yaşamış ve çocukluktan itibaren birçok sevdiğini toprağa vermiş bir insan olarak tecrübeli olmama rağmen bu boşluğun adını koyamıyorum.

Özel çocuk Şakir ve bizde bıraktığı derin izin tarifi yok.

Geldi, belki bize bir şeyler öğretti, belki kalbinizi köreltmeyin, merhametsizliğe asla yenik düşmeyin dedi ve gitti.

İstedim ki bu kadar yazı, çizinin içinde Şakir çocuğunda bir izi olsun, bir hatıra kalsın.

Çünkü ismi Şakir, Prenses, Tarçın v.s. hiç fark etmez. Patili dostlarımız bizler için aynı zamanda gerçek birer evlatlar ve onlarda evin bir bireyi gibi zaman içinde boşluğu doldurulmaz hatıraların aktörü oluyorlar.

Başta sokaklarda olan canlar olmak üzere onlara iyi bakın, iyi davranın, sessiz kulların kısa ömürlerini lütfen onlara dar etmeyin.

Ama en önemlisi lütfen terk etmeyin.

Terk etme ihtimaliniz varsa hiç ama hiç sahiplenmeyin!