“Kişisel markanız, siz orada olmadığınızda insanların sizin hakkınızda söyledikleridir…” - Jeff Bezos

Artık sadece şirketler değil, bireyler de birer marka… Sosyal medyada, iş dünyasında, hatta günlük hayatta hepimiz kendi imajımızı yönetiyoruz. Yakın geçmişte “marka”denildiğinde aklımıza Coca-Cola, Nike, Samsung ya da Apple gelirdi. Bugün ise tablo çok farklı: Hepimiz, farkında olsak da olmasak da birer marka haline geldik. LinkedIn’de profesyonel bir profil, Instagram’da renkli bir hayat, X’te fikir sahibi bir karakter, WhatsApp’ta kişilerarası bir iletişim… Peki, bu parçaların hangisi “gerçek biz” oluyor? Hepsi mi? Yoksa her platformda farklı bir versiyonumuzu yaratırken, kendi markamızın yöneticiliğini mi yapıyoruz? Hiç bu soruları düşündünüz mü?

Hepimiz Birer Marka Olduk

Artık sadece şirketler değil, bireyler de “algı yönetimi” yapıyor. 20 yaşındaki bir öğrenci LinkedIn’de geleceğin lideri imajını çizebilirken, 50 yaşındaki bir yönetici de sosyal medyada otoriter ama aynı zamanda erişilebilir bir lider portresi sunmaya çalışıyor. Bir esnaf, Instagram’daki vitrin paylaşımlarıyla kendi markasını tanıtıyor ve güçlendiriyor. Yani meslek, statü ya da yaş fark etmeksizin herkes, görünürlüğünü bir marka gibi yönetmek zorunda hissediyor.

Araştırmalar da bunu destekliyor: İnsan kaynakları uzmanlarının %70’i, işe alım sürecinde adayların sosyal medya profillerini inceliyor. Dahası, adayların yaklaşık %82-86’sıiş başvurusu yaparken önce şirketlerin dijital imajını araştırıyor. Yani yalnızca bireyler değil, kurumlar da “marka” sınavından geçiyor. Bu karşılıklı döngüde, dijital imaj artık kariyerin, güvenin ve hatta arkadaşlıkların bile temelini oluşturuyor.

Dijital Kimliklerimiz: Maskeler mi, Gerçek Biz mi?

Hepimizin hayatında şu örnekler var: LinkedIn’de ciddi ve resmi, Instagram’da tatilde ve bir ortamdayken mutlu, X’te birçok konuda görüşlerini açıkça paylaşan, TikTok’ta eğlenceli videolar çeken… Aynı kişi ama farklı kimlikler, farklı imajlar… Bu çeşitlilik bazen avantaj, bazen de risk. Çünkü bir noktadan sonra şu soruyla yüzleşiyoruz: “Ben kimim? Gerçek ben mi, yoksa platformların ve buradaki kişilerin benden beklediği ben mi?”

Sosyologlar ve Psikologlar bu duruma “Çoklu Kimlik Yönetimi” diyor. Yani bireyler, farklı topluluklara göre farklı versiyonlarını öne çıkarıyor. Bu aslında insanın sosyal doğasına uygun, ancak dijital çağda daha görünür bir hale geldi. Ve işte tam da burada kişisel marka kavramı devreye giriyor: Tutarlılık. Farklı roller oynasak da, özde hangi değerleri temsil ettiğimiz bizi “marka” yapıyor.

“İnsanlar ne söylediğinizi unutur, insanlar ne yaptığınızı unutur ama insanlar onlara nasıl hissettirdiğinizi asla unutmaz” – Maya Angelou

Kişisel Marka Yaratmanın İncelikleri

Bir kişisel marka yaratmak, süslü ve güzel fotoğraflar paylaşmak ya da başarı hikâyeleri sıralamak demek değildir. Gerçek marka; değerlerimiz, tavrımız ve başkalarının zihninde bıraktığımız izlenimdir. Bir fotoğraf filtresi sizi anlık parlatabilir ama uzun vadede güven ve samimiyet bir markanın en güçlü sermayesidir.

O halde neler yapabiliriz?

• Tutarlılık Yaratmak: LinkedIn’de kurumsal bir profil, Instagram’da bambaşka bir kimlik sunuyorsanız, bu çelişki güveni zedeler. Farklı platformlarda farklı tonlar olabilir ama özde aynı değerler görünmelidir.

• Değerlerinizi Öne Çıkarmak: İnsanlar başarılarımızdan çok, hangi değerleri temsil ettiğimizle bağ kurar. Samimiyet, güvenilirlik, yenilikçilik, cesaret, yaratıcılık… Hangisini temsil ediyorsunuz?

• Dijital İzlerinizi Yönetmek: Google’da adınızı arattığınızda çıkan sonuçlar sizin farkında olmadığınız bir imaj yaratabilir. Kendi dijital izlerinizi yönetmezseniz, başkalarının size dair çizdiği resme mahkûm olursunuz.

• Görünür Olmak: “Ben işimi yapıyorum, gerisi önemli değil” dönemi kapandı. İyi işler kadar, bu işleri doğru şekilde görünür kılmak da kişisel markanın parçası haline geldi.

Sonuç: Filtrelerden Daha Fazlası…

Sonuç olarak, artık hepimiz birer markayız. Ama mesele “hangi filtreyi kullandığımız” değil; hangi değerleri temsil ettiğimiz… Kişisel markamız, özgeçmişimizdekisatırlardan ya da Instagram’daki tatil ve mutlu an fotoğraflarından çok daha fazlasıdır: Hayatta nasıl hatırlanmak ve nasıl bilinmek istediğimizdir.

Bu yorum ve fikirler eşliğinde, bahsetmiş olduğum kavramlara ilgi duyuyorsanız TomPeters’ın “The Brand You 50” isimli kitabını okumanızı ve 1998 yapımı “Truman Show” ve 2002 yapımı “Catch Me If You Can” filmlerini izlemenizi öneririm.

Ve hepsinin sonunda sorulması ve üstünde düşünülmesi gereken en önemli soru şu: “Kendi markamı ben mi inşa ediyorum, yoksa başkalarının algısı ve isteklerine mibırakıyorum?”

Bir Sonraki Yazıda Görüşmek Dileğiyle…