Kâğıt üzerinden bakarsak 2019’dan bu yana emekli sayılırım.

Her ne kadar tüm yetki ve sorumlulukları oğluma ve yiğenime bırakmış olsam bile onların ısrarı ile belli dönemler gönüllü ve biraz da yoğun bir mesai yaparım.

İlk başlarda bunu bana iyi hissettirmek için yaptıklarını, kendimi boşlukta hissetmeyim diye özellikle çağırdıklarını düşünürdüm.

Ancak yıllar geçti ve şimdi yazlıktayken bile “baba birkaç gün gelsene” diye bana gerçekten ihtiyaç duyduklarına emin olduğum iş dünyası kaoslarına şahit oluyorum.

Demem o ki sevgili dostlarım, bir türlü gerçek bir emekli olamadım.

Çünkü işverenler adına özellikle işletmesinde 100’den fazla insan çalıştıranlar adına son 3 yıldır ciddi ivme kazanan sıkıntılar ve bırakın kar etmeyi, ayakta kalalım, sermayeden ödün vermeyelim diye hesap kitap yaptığımız bir dönem geçiriyoruz.

Çocuklara “hadi bu dertten kurtulalım, işletmeyi satalım ve herkes payına düşeni alarak kendine göre bir yol çizsin” desem “hayır” demezler.

Hatta mütevazı bir hayat yaşarlarsa ömür boyu çalışmadan bile geçinebilirler.

Ancak teori ile hayatın pratiği ve sorumlulukları aynı paralelde işlemiyor.

Ufakta olsa bir markan varsa, bir çevren varsa ve en yenisi 12 yıldır bizimle birlikte çalışan insanları düşünürsek öyle” ben vazgeçiyorum” diyerek yoldan çekilemiyorsun.

Ülkemizde sadece ekonomi yönetimi ve iktisadi girdiler üzerine değil bazı kutsal ve klişeler üzerinden de yanlış giden bazı popülist yanlışlar var.

İşvereni sürekli hazırlıksız, yatırım yapmaya korkutan ve üretim hacmini bile düşürmeye iten popülist yanlışlardan bahsediyorum.

Asgari ücret zaten siyasetin ilizyonu ancak işçi hakkı ve emek üzerinden dönen politikalar artık zarar verir hale geldi.

İşverene sürekli çok para kazanan patron muamelesi yapan ve sermayesi olmasın isteyen kitle giderek çoğalmaya ve korkutucu olmaya başladı.

EYT bunun en canlı örneklerinden birisi olarak karşımızda duruyor.

İşin maddi ve sosyolojik yönlerini hesap edilmeden ve işverenler keemlenyekün gibi bir politika izleniyor.

Hangi işletmede kaç kişi bu kapsama giriyor, kıdem tazminatlarının yekünü nedir, bütçelerde buna bir pay ayrılmış mı? Emekli olan personel yerine doğru insan kaynağı nasıl tanzim edilecek tek bir araştırma yok.

Milyonlardan alınacak oy ile yapılan bu popülizm hem sıkıntıda olan insan kaynağı adına üretimi etkileyecek, hem kredi bile almakta zorlanan işletmelerin finans yükünü zorlayacak hem de çalışma barışına ciddi bir sekte vuracak.

Kendinden yaşça küçük olan personelin emekli olması diğer çalışanların iş verimini nasıl etkileyecek ya da az bir zamanla bu imkânı kaçıranlar işlerine nasıl motive olacak tek düşünen yok.

Ülke ekonomisinin böylesi bir dönemde en önemli sacayağı olan ve daha da teşvik edilmesi, enerji maliyetleri ile boğulan ve ihracat yapmadığı için ayakta kalmaya zorlanan işveren kesimini bu darboğaza sokmak emin olsunlar ki iktidarın da aleyhine bir sonuç doğurur.

Asgari ücret 9-10 bin bandına çıkacak, yüz binlerce insan aynı gün emeklilik dilekçesi verecek…

Bir düşünülsün, belli bir kısmı kademeli ve maddi külfeti sadece işverende olmayan bir sistem üzerine bence bir daha, bir daha düşünülmesi gerekir.

Ayrıca sendikal bazı sorunlar var ki, onları ayrı bir yazı içinde değerlendireceğim.

Ancak sendikaların amacı işçi üzerinden tribüne oynamak ve reklam yapmak değil, itibar suikastı değil, sendikanın amacı işçinin lehine masaya oturularak yapılan anlaşmalardır.

Ne yazık ki akılda şüphe uyandıran ve masaya oturmak yerine grev süreçlerini uzatan, sanki işçiyi kendilerine ait farklı amaçlar için kullanan bazı faaliyetlere dair söylentiler duyuyorum.

Onları da başka bir gün değerlendiririm.

Kusura bakmayın bu yazımı da bu dönemde kendini ifade etme şansı bulamayan ve çoğunluğun baskısı yüzünden ses çıkartmaya çekinen işverenler adına yazmak istedim.

Arzu ediyorum ki derdimi doğru anlatabilmişimdir.

Sevgilerimle değerli dostlarım…