Odunpazarı’nda yaşanan olay, yalnızca bir aile içi şiddet vakası değil; toplumsal körlüğümüzün, kadınların çaresizliğinin ve patriyarkanın ne denli derinlere işlendiğinin de göstergesi. Ali H.’nin eşine sokak ortasında yumruklar savurduğu anların görüntüleri herkesin gözleri önünde. Ama daha çarpıcı olan, darp edilen Fatma H.’nin sabah adliyede verdiği ifade: “Hiç zararını görmedim, kocamı bırakın.”

Kadına yönelik şiddet vakalarında sıkça karşılaşılan bir durumdur: kadın, yaşadıklarını inkâr eder, saldırganı korur, hatta iftira edildiğini öne sürer. Bu durum çoğu zaman “aşk” ya da “sadakat” olarak yorumlansa da, gerçekte korku, ekonomik bağımlılık ve sosyal baskının doğrudan sonucudur. Kadın, hem aileden hem toplumdan hem de çoğu zaman hukuktan beklediği desteği göremeyeceğini bilir. Bu yüzden, kendisine şiddet uygulayan erkeği kaybetmek yerine, onun yanında kalmayı seçmek zorunda hisseder.

Fatma H.’nin sözleri aslında bir haykırış. “Hiç zararını görmedim” derken gözündeki morluğu değil, toplumun ona dayattığı suskunluğu anlatıyor. “Kocamı bırakın” derken adaletin erkekten yana işlediğini, kadınların çoğu zaman “eşini ihbar eden nankör” olarak damgalandığını ima ediyor.

Çünkü kadınların kocalarından şikâyetçi olamaması, bireysel bir tercih değil; ekonomik bağımlılıktan sosyal yalnızlaştırmaya, aile baskısından dini ve kültürel kodlara kadar örülmüş görünmez bir kafestir.

Türkiye’de kadına şiddetin en tehlikeli boyutu, yalnızca failin değil, toplumun da sessizliğiyle güçlenmesidir.

Komşuların, akrabaların, hatta kimi zaman kadınların kendilerinin “o benim kocamdır, vurur da sever de” anlayışına sıkışıp kalması, şiddeti olağanlaştırıyor. Kadının kendi sesi kesiliyor; yerine geleneklerin, namusun, “yuvayı yıkmama” öğüdünün sesi yükseliyor.

Bu vakadan çıkarılacak ders açık: kadınların şiddetten korunması yalnızca polisiye tedbirlerle sağlanamaz. Kadının ekonomik bağımsızlığı, sosyal destek mekanizmaları, psikolojik danışmanlık ve güvenli sığınaklarla güçlendirilmesi şarttır.

Devletin, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun omuz omuza vereceği bütüncül bir mücadele gerekiyor. En önemlisi de toplumun kadınların yanında durması, şiddeti görmezden gelmemesidir.

Fatma H.’nin sözleri, kadınların nasıl kendi hikâyelerinden koparıldığının somut göstergesidir. Oysa bu “şikâyetçi olmama” hali, gerçekte sessiz bir yardım çağrısıdır. Bu çağrıyı duymazdan gelirsek, her birimiz o sokakta yaşanan şiddetin ortağı oluruz. Kadına yönelik şiddet bir “aile meselesi” değil, bir toplum meselesidir.

Sessizlik, failin en büyük müttefikidir.