Soner Yüksel yazdı...

Eskişehir bir İstanbul, Ankara, İzmir değildi. Ancak Eskişehir Anadolu insanın gözünde her daim aydınlık, değerli, vizyoner bir şehirdi.

Bunun türlü sebepleri var ancak o sebeplerden birisi de Anadolu Üniversitesinin ülke genelindeki ağırlığı, kucaklayıcı yapısı ve şehirle olan entegresiydi.

Gerçekten de Anadolu’nun karayağız delikanlıları iyi bir eğitimin yanı sıra şehrinde faziletleri ile vizyonlarını güçlendiriyor, Anadolu Üniversitesi çok özel idarecileri, akademisyenleri ile kendi ve şehri için büyük bir devrime imza atıyordu.

Gel zaman, git zaman bilim yuvası olarak gurur duyduğumuz Anadolu Üniversitesi şehirle arasındaki bağı kopardı.

Özgün ve özgür yönetiminin yerini siyasi erklerin taşeronu gibi kullanan yöneticiler, kampüs duvarlarını yıkarken şehirle arasına manevi duvarlar örmeye başladı.

Kapısından fiziki olarak akademisyenlerinin bile girmeye zorlandığı üniversitenin kozmik odalarına siyaseten elini kolunu sallayan niceleri girdi.

AÖF gelirleri gitti, doğrudan şehir ekonomisine faydası olan döner sermaye kuş kadar kaldı.

İtiraz eden, ses çıkartanlar, yasal ama etik olmayan şekillerde cezalandırıldı.

Türkiyenin bir zamanlar en değerli iletişimcilerini yetiştiren, en değerli akademisyenlerin bulunduğu fakülte mesela, kendi mezunlarının idareci olduğu üniversitenin siyasi kararları altında kendini iç etmeye ve ayrımcılığa başladı.

Görünen o ki siyasetin ayrımcılığı iletişim mezunu rektörden, iletişimde görevli ve başkalarının yönlendirdiği kanallara kadar sirayet etmiş.

Şehirle bağ koparılmış, kamuoyu sınıflandırılmış ve kutuplaştırılmış, nezaketten ve objektiflikten uzak bir süreç başlamış.

Bilim yuvasından, esnaf amatörlüğüne dönüşmüş bir yapıya tanık olmaya başladık.

Öğrenci kenti değimiz Eskişehir artık bu sıfatındaki apoletleri teker teker sökerken, bunun sebeplerini de bundan sonra daha sık konuşmalıyız sanırım.