Geçtiğimiz günlerde Devlet Su İşleri ile Çifteler Belediyesi arasında Sakaryabaşı Mesire Alanı üzerinden bir tartışma gündeme gelmişti. DSİ’nin yaptığı resmi açıklama ile Çifteler Belediye Başkanı Zehra Konakcı’nın önceki konuşmasındaki ifadeleri yan yana koyduğumuzda, ortaya bir değil, iki farklı Sakaryabaşı fotoğrafı çıkıyor.

Zehra Konakcı, ESKİ Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Sakaryabaşı’nın giderek kuruduğunu, bölgenin susuzlukla yüz yüze kaldığını ve DSİ’nin bu hayati krize karşı duyarsız kaldığını söylüyor. Konakcı'ya göre, Sakaryabaşı yalnızca bir doğal güzellik değil, aynı zamanda Eskişehir için alternatif içme suyu kaynağı. Konakcı, buradaki kuraklık tehdidinin en az Alpu’daki termik santral ya da Atalan’daki siyanürlü altın madeni kadar ciddi olduğunu söylüyor.

Ancak bir durum kafamı karıştırıyor…

Zehra Konakcı, yaptığı konuşmada Sakaryabaşı’nın değerini biliyor gibi. Peki niçin Çifteler Belediyesi tarafından havuz bölgesi etrafına 4 adet çeşme yaptırıldıktan sonra bu çeşmelerden gelen atık sular havuza karıştırıldı?

Zehra Konakcı’nın konuşmasına baktığımızda, Sakaryabaşı’nda yıllardır süregelen altyapı sorunlarının artık bilinçli bir “görmezden gelme” haline dönüştüğü vurgulanıyor. Konakcı, DSİ’yi doğrudan suçlarken, kurumun “siyaset uğruna Sakaryabaşı’nı cezalandırdığını” söylüyor. Rekreasyon havuzlarındaki çatlakların tamiri için hiçbir adım atılmadığını ve Çifteler Belediyesi’nin tüm taleplerine kulak tıkandığını dile getiriyor.

DSİ ise çatlakların tamiri için; göl alanındaki suyun sulama sezonu sonu olan Eylül-Ekim aylarında boşaltılarak, su basıncının en düşük olduğu dönemde, su çıkışlarının gözlendiği boşlukların kapatılması hedeflendiğini bildiriyor.

Ancak bir durum kafamı karıştırıyor…

DSİ şu anda Eylül-Ekim ayını beklediğini vurguluyor. Peki Sakaryabaşı’nda yıllardır var olan bu çatlaklar için DSİ önceki Eylül-Ekim ayında neden bir girişim yapmadı?

Buna bağlı olarak…

Eğer DSİ’nin bu olumsuz durumu geciktirmesinde siyasi bir rol varsa; Sakaryabaşı bir toplumsal sorundur, politik tartışmaya çekilmemesi gereken bir sorundur. Çünkü Eskişehir için bir değer olarak tanımlanan Sakaryabaşı, gelecek nesillere bir nefes vaat etmektedir.

Eğer siyasi bir rol yok ise; sorunlara ancak büyüdüklerinde müdahale etmek, yönetim zaafiyetinin ve ihmalkârlığın açık bir göstergesidir. Küçükken kolayca çözülebilecek problemler, zamanla karmaşıklaşarak daha fazla zaman, emek ve kaynak gerektirir hale gelir. Bu yaklaşım, proaktif değil reaktif bir tutumu yansıtır. Sağlıklı bir işleyiş için sorunların erken fark edilip zamanında ele alınması gerekirken, gecikmiş tepkiler genellikle daha büyük kayıplara neden olur.

Örnek olarak; yıllardır tartışılan “ölüm yolu” olarakta bilinen Alpu ilçesinin yollarını verebiliriz. İlk can kaybımızda, siyasi bir polemiğe dönüştürmekten ziyade şehrin önde gelenleri aynı masada oturup çözüm konuşsaydı, son 10 yılda 600’den fazla ölümlü kaza meydana gelmeyecekti.

Sakaryabaşı’nda bugün yaşanan tartışma, geçmişteki bir tartışma gibi siyasi polemiğe dönüşürse vay Sakaryabaşı’nın haline…

Burası sadece Çifteler’in ya da Eskişehir’in değil, bir kültürün, bir ekosistemin parçası. Bu değerli alanın, yerel politik çatışmalara, karşılıklı restleşmelere ve atışmalara kurban edilmesine izin vermemeliyiz. Bir kurum teknik bir raporla, diğeri duygusal bir çağrıyla çıkıyor karşımıza. Ama sorunun kalbi ne bürokrasi ne de polemik; mesele sorumluluk almakta.
Bugün Sakaryabaşı’na sahip çıkmazsak, yarın sadece havuzların çatlakları değil, Eskişehir’in doğal kimliği de geri dönülemez şekilde hasar görecek.

O yüzden tekrar soruyorum:

Biz kime inanalım?