Yaklaşık dokuz aydır gazetecilik mesleğini icra ediyorum. Eskişehir’i, daha derinlemesine tanımak için zamana ihtiyacım olduğunun farkındaydım. Bu yüzden mesleğimin ilk yılında köşe yazılarına başlamayı bir hedef olarak belirlesem de, bu hedefi daha sonra gerçekleştirmeyi planlıyordum.
Ancak…
Eskişehir’e ve Eskişehirspor’a duyduğum derin bağlılık, çocukluktan beri içimde büyüttüğüm o tarifsiz sevda, planlarımı bir kenara bırakmama neden oldu. Çünkü 17 yıl sonra gelen o büyük şampiyonluk beni yazmaya itti.
Bu fikrin zihnimde yankılanmasında önemli bir pay sahibi olan ve mesleğe dair duruşuyla her zaman örnek aldığım, bana hem bir gazeteci hem de bir öğretmen gibi yol gösteren çok kıymetli Soner Yüksel’e özel bir teşekkür borçluyum.
Şampiyonluk kutlamasında yorgun adımlarla yanıma yaklaşıp, “Bu anları köşe yazmalısın” dediğinde, gözlerim doldu ve sadece suskunluğa büründüm… Soner hocamdan bu denli bir şeyi duymam, bana inanan birinin o anki bakışı, kalbime güç verdi.
Bunlar bir yana…
Eskişehir’deki maçları, taraftar ruhuyla tribünde izledim. Amigo Orhan’ın ismini yaşatan, fedakârlıklarıyla camiayı diri tutan tribün liderleri Hasan Karabacak ve Alihan Başkan’a eşlik ederek Eskişehir’deki her mücadeleye tanıklık ettim. Bu sezonun sonunda, yıllardır verilen emeğin karşılığını alma vakti geldiğini hissediyordum.
Ve o an geldi…
Şampiyonluk maçını Kanlıkavak’ta izlerken, içimde fırtınalar kopuyordu. Her saniye yüreğim biraz daha hızlanıyor, gözyaşlarım göz pınarımda ağırlaşıyordu. Son düdükle birlikte Eskişehirspor şampiyon oldu. Ve o anda herkes birbirine sarıldı. Ama o sarılış sadece insana değil; bir hayale, bir sabra, bir şehreydi. Çünkü 17 yıl boyunca aynı hayali kurduk biz:
Yeniden ayağa kalkmak…
Ama ne demiştik…
“En çok biz üzüldük, en çok biz sevineceğiz”
Tarih 23 Mayıs 2025. Eskişehir, siyah kırmızıya boyandı. Tribünler, sokağa döküldü. Bu kez stadyuma “yenecek miyiz” sorusuyla değil, “bu şehri yakacağız” kararlılığıyla gelindi.
Şampiyonluk kutlamasında Kıymetli Ulaş Entok’la birebir tanışma fırsatı buldum. Kendisiyle sohbet ettikten sonra röportaj gerçekleştirdik ve şunu fark ettim. Çok yorgun... Ancak o yorgunluğun altında öylesine bir huzur ve sevinç yatıyor ki… Gözler, öylesine etrafa sevinç saçıyor ki… O yüzden bu şampiyonluğu, bu eğlence dolu geceyi yürekten hak ettiğini düşündüğüm isimlerden biridir Ulaş Entok.
Ayrıca bu tarihi gecede, anasponsor olarak şehre ve takıma destek veren sevgili Ece Erçelebi’ye özel bir paragraf açmak isterim. Kadınların spor camiasındaki varlığını simgeleyen bu güçlü duruş, gecenin en anlamlı yanlarından biriydi. Ece Hanım’ın cesareti ve desteği, tüm kadınlara ilham oldu. Kadın gücünün bu kadar görkemli bir gecede yankılanması, sadece Eskişehirspor için değil, tüm kadınlar için de bir zaferdi. Bu yüzden Ece hanıma da bir teşekkür etmek isterim.
Ve o gecede…
Eskişehir Atatürk Stadyumu’nda kupa, binlerce elin, binlerce duaların, binlerce yüreğin ortak gücüyle göğe kaldırıldı. O an, yalnızca bir kupanın havaya kaldırıldığı bir an değildi. O an; yılların biriktirdiği acıların, yoklukların, düşüşlerin ve yeniden ayağa kalkışların taçlandığı andı. O an; küllerinden doğmayı kendine hasret bellemiş bir şehrin, zaferiydi. Çünkü bu şehir her düştüğünde yeniden ayağa kalkar. Çünkü bu şehir, düşmemeye değil, kalkmayı öğrenmeye doğmuştur.
O kupa, sadece bugünü değil, geçmişi ve geleceği de taşıyordu.
O kupada; yıllar boyunca maraton tribününde sesi kısılana dek bağıran Amigo Orhan’ın yüreği vardı.
O kupada; sahada sadece futbol oynayan değil, bu şehre yüreğiyle bağlı kalan Ediz Bahtiyaroğlu’nun hatırası vardı.
O kupada; yıllar boyunca kalede dimdik duran, Eskişehirspor’a sadakatiyle örnek olan Sinan Alağaç’ın emeği vardı.
Gecenin en yürek burkan, en unutulmaz anlarından biri de Şehit Piyade Binbaşı Mithat Dunca’nın vasiyetinin okunmasıydı. O vasiyet stadyumu derin bir sessizliğe bürüdü. Ardından gelen gözyaşları, alkışlara karıştı. Ama bu alkışlar öylesine bir takdir değil, sonsuzluğa yazılmış bir vefa mektubuydu sanki. O an, ölümsüzlüğün bulunduğu andı…
Ve sahneye, Türk Bayrağı’nın asil gölgesinde şehidimizin eşi ve kızı çıktı. O keder dolu gözlerde, tarifsiz bir asalet vardı. Belki de içlerinde yıllardır taşıdıkları o burukluk, ilk kez bu denli dimdik ve gururla dışarı vuruyordu.
Şehidimizi yeniden rahmetle anıyorum…
Son olarak…
Kutlamaların en coşkulu anlarından birinde, Hande Ünsal sahnedeyken tribünde talihsiz bir olay yaşandı. Öncelikle, bu anlarda zarar gören herkese geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum; en kısa sürede sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum.
Ancak bu olayın ardından dikkatimi çeken bir başka konu var. Bu kutlama “Eskişehir’in” kutlamasıydı. Dolayısıyla, yaşanan bu olayı bazı sosyal medya hesaplarının öne çıkarmasını doğru bulmadım. Kendi değerlerimizi korumamız gereken yerde, elimizdeki değeri yıpratmak hiç kimseye fayda sağlamaz. Zira bu camiada dost sayımız belli, düşman sayımızsa azımsanmayacak kadar çok.
Ne yazık ki fark ettim; insanlar birine yardım etmektense, o anı kayda almak için telefonlarına sarılıyor. Olayın sıcaklığı değil, paylaşımın etkisi daha çok konuşuluyor. Şehrimiz diye Eskişehir’i sahiplenen tüm kişilerin, görüntüleri gördükten sonra aidiyet duygusunu sorguladım.
Yazımı ise şu sözlerle sonlandırmak istiyorum:
“Reytingin ömrü birkaç saat; ama karakterinizin izi, sizi ömür boyu takip eder.”