Nebi Hatipoğlu sansasyonel demeçlerine devam ediyor. 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü dolayısıyla basın mensuplarına düzenlediği davette bu kez şapkasından gaf çıkardı. 

Ekonomik koşulların itirafından ziyade, rüşvete teşviğin ifşası konuşulması gerekenlerin başında. Teslim teklifini kibar teessüflerle karşılayıp susanlar hariç tüm basın emekçileri adına Nebi Hatipoğlu’nu kınıyorum.

İYİ Parti temayül yoklamasından bugüne, siyaset yaşamına bu derece negatif başlayan kaç örneğe şahit olmuşuzdur, bilen bildirsin.

Nebi Hatipoğlu’nun, Erdoğan kaynaklı sebeplerle aday yapılmama ihtimalinin bulunduğunu yazmıştım. Yanılgım, Ak Parti’nin geçmişten ders çıkardığı varsayımı üzerine temellenmişti. 

Muhtemelen Erdoğan, Yılmaz Hoca’nın yeniden aday olacağını hesaplayarak hareket etti. Zıt stratejiyle, geçmiş dört seçimde gösterilen aday şablonuna tezat, rakibin reflekslerini afallatacak, alışılmadık bir büyükşehir adayı istedi. Kurgu formüle göre defaatle kanıtlanmış Hoca kültü, ne yapabileceği öngörülemeyen, sezilemez bir rakip ile devrilebilirdi. Sahiden, bir saat yahut birkaç gün sonra Hatipoğlu’nun hangi davranışa imza atacağı kestirilemez.

Ancak dizgin, hiç olmadığı kadar MHP’nin elinde artık. İlçe paylaşımı hafife alınacak, sıradan bir takdim değil. Hatipoğlu hacimli yanlışlar yapmadığı sürece, MHP var gücüyle ve tahmin edilenden öte çalışacak, aday çıkardıkları ilçelerin yanı sıra tüm kırsal oyları konsolide edecektir. CHP Genel Merkezi Eskişehir’i gözden çıkarmış gözüküyor. Ola ki bu karardan vazgeçerler ise kritik sapak ilçeler ve meclis aritmetiği. 

Söz konusu durumun farkında olan, kilidi kırabilecek yegâne kuvvet Hoca. Eskişehir reçetesi ezberinde. Toplumdaki CHP alerjisi, genel seçim mağlubiyetinin sinerjiyi dağıtması derken Genel Merkez peşin kayıplı müsabakaya çıkıyor. On yıllık periyotta Mustafa Kemal Atatürk’le bağlarını gevşetmiş, yakın zamanda da koparmış bir CHP Ahmet Ataç ve Yılmaz Hoca’sız Eskişehir’de iddialı bir seçenek olamaz. 

Öyleyse sormak hepimize farz. Nasıl oluyor da ebatlı hatalar inatla yapılıyor? Danışman hezimeti mi, ekip rezaleti mi yoksa bireysel kararlar mı etkili? 

Konu değişiyor. İsimleri değiştiriyoruz. Vakalar farklılaşıyor. Ancak dönüp dolaşıp liyakatin tok tokadına geliyoruz. 

Hayatımıza sıfırdan girmiş politikacılar kısıtlı süreye tâbiler. Vakit sıkışıklığı idraklı eksikliklere gebe. Gözler yanlışlara imtiyazlı. 

Beri yandan tekrarlı adayların, aktif siyasette yer alanların hazır kadroları hiçbir bahaneyi sığınak belleyemez. Gönül kazanma, eski seçimin kazanıldığı dakika yeniden başlar. Tespit komisyonları gerekli analizleri çıkarıp ilgili raporları oluşturur. Beş seneye yayılan uzun nefes tüm tanzimleri mümkün kılar. 

Peki aktüelde ne var, yapılan ne?

Gerçeklerden kaçarak kurtulanı hiç görmedim. Yalıtılmış evrende öykü yazarak dâhi mertebesinde çözüm üretebilecek, sorunları kökünden bitirebilecek yöneticilere sanal gözlük takmak; olguları asıl muhitinden koparıp loş kavrayışlara mahkûm etmek; maaş günü âşıklarını ihya edip sistemi tıkamak; taze beyinlerin hasadını çöpe dökerek andını ehil düşmanlığına içmek…

Türkiye’de kral yok. Lakin krallık var. İkinci adamların krallığı. Kimin nasıl olacağını kimin ne olamayacağını onlar belirliyor. 

Bir de bizim gibiler var, sahada ter akıtan: Çıkarcı hegemonyal ülküleri bir mürekkebin damlasına boyun eğdirecekler…