Herkese yeniden merhaba. Yoğun bir seçim maratonunun ardından sizlerle yeniden buluşmak güzel. Bir süredir sessizdim hem seçim gündemimiz hem de kişisel gündemim oldukça yoğundu. Bu süreçte sessiz kalmak ve olanları izlemekle yetindim. Umarım seçim sonuçları ülkemiz için hayırlı olur...

Ben iyi bir hayalperestim. Gözlemlediğim olaylar üzerine hayaller kurmayı seviyorum. Bununla ilgili ilginç bir durum yaşandı. Hayal edip kendimce kurduğum olaylar zincirinin gerçek tarafıyla karşılaştım. Bugünkü konumuz onunla alakalı.

Öğrencilik yıllarımda Eskişehir’de bir eğitim derneğinin gönüllüsü olarak birçok projenin içinde yer almıştım. O dönemde tanıştığım ve arkadaş olduğum güzeller güzeli bir hanımefendi vardı. Kısa sürede yakın bir arkadaşlık kurduk. Bu herkesin başına gelmiştir sanırım, yıllardır tanıdığınız biriymiş gibi hemen samimi olursunuz. Bizim de o hesap… Zaman içerisinde -ki bu benim vefasızlığımdan kaynaklanıyor- görüşme sıklığımız azaldı ve çok uzun bir süre birbirimizden habersiz bir şekilde kendi hayatlarımızla ilgilendik.

Bu yılın başında bir dizi izlemeye başladım. O dizinin başrollerinden biri olan bir hanımefendinin konuşmasını, jest ve mimiklerini görünce kendi kendime “Aaa! Bu o!” dedim. Hemen adını soyadını internette arattım ve bir sosyal medya hesabına ulaştım. İlginçtir, sosyal medya hesabı Hintçeydi. Ben de yıllardır görüşmediğim arkadaşımın Hindistan’a gittiğini düşünerek ona bir hikâye yazdım. O hikâye şöyle:

“Kolay mıydı öyle çekip gitmek? Taa Hindistan! Masalların ülkesi… Ama mecbur, gidecek. Belki de yıllardır hayalini kurduğu o işi orada yapacak. Hüzün ve gurur… Ailesinin gözlerinde bunu görüyorum.Babası nasıl da saklıyor gözyaşlarını? Sanırım baba olmak böyle bir şey. Çocukların üzülmesin, evin direği yıkılmasın diye hep güçlü durmak zorundalar. Ben bilmem, baba değilim. Duygularımı saklayamam…

Uzun bir vedalaşmanın ardından bilmem kaç sefer sayılı İstanbul – Yeni Delhi seferini yapan uçağına doğru harekete geçmiştir. Annesine son bir defa uzun uzun sarılmış, kokusunu tüm hücrelerine kadar doldurmuştur. Ablası, gözleri yaşlı, sıkı sıkıya sarılmıştır bu dünyadaki en iyi dostuna… Babası, mağrur adam. Gurur duyuyor kızıyla… Uçağın kapısına doğru giderken son bir kez daha arkasına bakmış, gözü yaşlı bir şekilde son bir kez daha el sallamıştır. Öyle olur, filmlerdeki gibi… Her vedada olduğu gibi…

Gereken tüm kontrolleri yaptırdıktan sonra uçağa ulaşmak için kullanılan otobüslerden birine binmiş, ağır ağır merdivenlerden çıkmıştır. Gönlünde arkasında bıraktığı ailesi, arkadaşları ve hayatı; aklında Hindistan’daki yeni hayatı… Karmaşık duygular içerisindedir.

Ve işte uçakta… Sağ çaprazımda oturuyor. Bir umut, ailesini son bir kez daha görebilmek umuduyla camdan bakıyor. Kim bilir ailesi de belki o da bizi görüyor umuduyla havaalanının camından el sallıyordur. Vedalaşmalarımız hep dramatik… Hindistan… Masalların ülkesi… İçinde bir heyecan bir de hüzün var. Başka duyguya yer kalmamış. Gözleri doluyor, ince narin parmaklarıyla onları siliyor. O sırada bir hostes yanına geliyor hafif eğilerek kulağına bir şeyler söylüyor. Küçük bir baş hareketiyle kibarca bu söyleneni reddediyor, küçük çantasından bir mendil çıkarıp gözlerinin yaşını siliyor.

Birkaç dakika sonra havadayız, sanırım bütün yol boyunca bu kadını seyredeceğim. Her davranışında benim yıllar evvel kaybettiğim duygular var: Hasret, sevgi, hüzün, heyecan… Kim bilir, neden gidiyor, ne zaman dönecek? 
Sanırım 1.70 boylarında. Kızıl saçları beyaz tenine dökülüyor. İnce uzun bir yüzü, ağlamaktan kızarmış gözleri ve yumuşak bir ses tonu var. ‘Sesini de nereden duydun?’ diyeceksiniz. Böyle kibar bir hanımefendinin yumuşak bir ses tonunun olduğunu düşünüyorum. 
Yolculuğumuzun birkaç saati geride kaldı. Ağlamaktan kızaran ve ağırlaşan gözlerine daha fazla karşılık veremeyip uykuya daldı. Kendimi onu izlemekten alıkoyamıyorum. Acaba neden Hindistan’a gidiyor? Orada ne yapacak? Düşünüp duruyorum. Bir mühendis midir, kimyager mi ya da doktor mu? Hayır hayır! Bunların hiçbiri değildir. Belki de dünyayı kurtaracak buluşlara imza atacak bir bilim kadını! Neden olmasın? Hindistan’da yapacağı çalışmalarla insanlığı daha ileri taşıyacak bir biyolog! Dünyayı kurtaran biri… Ne havalı! 
Kısa süren uykusunun büyük bir bölümünde tanımadığım kişilerin adını sayıkladı. Bir an olsun onun hayatında yer aldığımı ve sayıkladığı isimleri tanıdığımı düşündüm. Onların nasıl insanlar olduklarını, hayatına neler kattıklarını hayal ettim. Ne yapayım, tabiatım böyle. Hayalperest olmayı ben seçmedim. 
Yaklaşık bir saatlik uykunun ardından uyandı. Küçük çantasında taşıdığı küçük yaprak anahtarlığa uzun uzun baktı. Hani şu yaprakları önce boyayıp ardından kapladıkları anahtarlık… Yeni evinin anahtarı mıdır yoksa ardında bıraktığı evin mi, bilmiyorum. Bana soracak olursanız ardında bıraktığı anılarla dolu evinin anahtarı… Çünkü bir insan bir anahtarlığa bu kadar duygulu bakamaz. Bakıyorsa bir parçasını orada bırakmıştır. Belki de bir doğaseverdir. Biri yalnızca renkleri güzel diye yapraktan bir anahtarlığı neden alsın ki? Belki de bir gün çıktığı doğa yürüyüşünde çok beğendiği meşe ağacının yaprağını koparmış, narin elleriyle sanatçılığını konuşturmuş ve bu eşsiz yaprak anahtarlığı kendisi tasarlamıştır. Bir daha o güzel ağacı yerinde bulamamış ve buna çok üzülmüştür. Yine gözleri doldu.
Üstündeki ceketi çıkardığında gördüm, sol anahtarının etrafını saran çiçekler ve yapraklardan oluşan bir dövmesi var sol kolunda. Müzik, çiçekler, doğa… Yok yok artık eminim. O bir doğasever ve doğayı, ağaçları, canlıları kurtarmak için başlatılan bir projenin en önemli bilim insanı olarak Hindistan’a gidiyor. Ne ulvî bir görev…
Pilot anonsu… “Sayın yolcularımız, Yeni Delhi’deki bilmem ne havaalanına inişe geçmek üzereyiz. Lütfen emniyet kemerlerinizi…” Bu anonsu hep sorgularım. Çok önemli şeyler söylediği halde bana hep çok gereksiz gelir. Pilotların kendinden emin ses tonundan sanırım. Acaba böyle konuşmanın eğitimini de alıyorlar mıdır? Sırf bu ses tonundan her seferinde pilotun dediklerini yapmayasım gelir de tatlı hostes hanım gelip nazikçe ikaz ettiğinde takarım kemerimi. 
Emniyet kemerini takmadan önce hem geride bıraktığı hayatının hüznünü gidermek hem de yeni başlayan hayatının heyecanını bastırmak için hostesten istediği bir bardak sudan bir yudum içti. Onu bekleyen yeni bir macera var, heyecanının hüznüne baskın gelmesi gerek. Emniyet kemerini taktı, etrafına bakındı. Bir an olsun göz göze geldik. Gözlerindeki kızarıklık gitmiş ve o muhteşem ela renk ortaya çıkmış. O an sanki birbirimizi tanıyormuşuz gibi hissettim. Onun da böyle hissettiğine eminim, bana tanıdık gözlerle baktı. Bilmem, belki eski zamanların birinde onu yine görmüş ve onun dünyasını hayal etmişimdir de o da bunu rüyasında görmüştür.
Uçaktan inmek için hazırlanıyoruz. Ben hâlâ onu izliyorum. Yolculuğun başında çıkardığı ceketini yeniden giyiyor. Ceketinin içinde kalan uzun kızıl saçlarını çok zarif bir hareketle sırtına doğru bırakıyor. O an sanki ilahi bir ışık onun üzerinde beliriyor, zaman yavaşlıyor ve o hariç her şey flulaşıyor… Ne kadar etkileyici… Koltukların üzerinde yer alan bagaja koyduğu kabin boy valizi almak için ayağa kalktı. Ona yardımcı olmak için harekete geçtim. Küçük bir uğraşın sonunda valizini ona teslim ettim. Tahminlerim beni yanıltmamış. Çok kibar bir tavır ve yumuşak bir ses tonuyla teşekkür etti. Sonra beni tanıyan bir yüz ifadesiyle ‘Siz…’ dedi. Ardından beni tanımadığını fark edip utangaç bir ifadeyle çıkışa doğru yöneldi.
Havaalanına giden otobüse bindik. Birkaç dakika önceki tanışıklığımıza güvenerek bana daha yakın bir konumda duruyor. Yabancı memleketlerde en tanımadık insanlar bile tanıdık oluyor, onlara güven duyuyoruz. Havaalanına geldikten sonra dış hatlar terminalinde onu bekleyen kişinin yanına doğru ilerliyor. Adamın elinde bir döviz ve üzerinde bir isim: ‘Özge Y.’ Herkesten farklı görünen, yeni maceralara atılmaktan korkmayan, cesur ve doğa aşığı bir insana en çok yakışan isim sanırım. Yollarımız burada ayrılıyor, o yeni macerasına doğru giderken ben de Hindistan’ın kaotik dünyasına doğru zırhımı kuşanarak yol alıyorum.
Hindistan… Masallar ülkesi… Masallarla gerçeklerin iç içe olduğu ülke…”
İşin gerçek tarafına gelecek olursak… Ben bu hikâyeyi yazdıktan aylar sonra onunla yeniden konuşmaya başladık. Görüşmediğimiz zamanda başımıza gelen olaylardan bahsettik. Her ikimiz de yaşadıklarımızdan dersler çıkardığımızı ve daha güçlü bireyler olduğumuzu anladık. İyi arkadaşlığın ilginç bir özelliğiyle de karşılaştım: Sanki arkadaşlığımıza hiç ara vermemiş gibiyiz.
Meğerse o, hayatında hiç Hindistan’a gitmemiş…
Bu kadar “Hindistan” dedik, bugünkü yazımı Hindistan ve Çağdaş Dünya Edebiyatının en önemli şairlerinden Rabindranath Tagore’nin bir şiiriyle bitirmek istiyorum.
Görüşmek üzere…


Yağmurcuk ile Yasemin

İncecik bir yağmur damlası
Seslendi yaseminin kulağına:
“Hep yüreğinde tut beni, n’olur!”
Yasemincik, “Ama ben…” diyebildi,
İç çekti derinden, usulca
Ve sonra toprağa düşüverdi.