Türk tarihi ne kadar da büyük başarılarla dolu, öyle değil mi? Kür Şad’ın kırk askeriyle birlikte gerçekleştirdiği Çin sarayı baskınından Malazgirt zaferine, “fethedilemez” denen İstanbul’un fethinden tüm imkansızlıklara rağmen kazandığımız Kurtuluş Savaşı’na kadar sayısız zaferlerimiz var. Bu zaferlerin arasında ise bence en etkileyici zaferlerden biri Çanakkale Zaferi…


Bugün 18 Mart. Bugün, milletimizin bağımsızlık mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından biri. Çanakkale’deki destansı mücadele; Türk ve Dünya tarihinin akışını değiştirmiş ve herkesin zihninde unutulmaz bir iz bırakmıştır. İşgalci güçlere karşı; dini, dili, milliyeti ne olursa olsun her vatan evladının omuz omuza verdiği bu mücadele bizdeki vatan aşkının ve bağımsızlık tutkusunun en güçlü örneğidir. 


Düşünün, o dönem dünyanın en güçlü donanmalarına sahip ülkeleri “Birleşik Filo” kurarak Çanakkale Boğazı’ndan tabiri caizse ellerini kollarını sallayarak geçeceklerini düşünmüş ancak Türk’ün sarsılmaz gücü karşısında büyük kayıplar vererek boylarının ölçülerini almışlardır. 


Kısa bir tarihi bilgi verelim: Çanakkale Deniz Savaşı, Birinci Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletlerinin en büyük ortaklarından biri olan Rusya’ya yardım göndermek ve hem Almanya’yı hem de Osmanlı’yı tek bir darbeyle teslim olmaya zorlamayı hedefleyen bir plandı. Savaş 19 Şubat 1915’te başlamış, Birleşik Filo’nun ölüm topları Türklerin üzerine yağmur gibi yağmaya başlamıştı. 18 Mart 1915’te ise en geniş kapsamlı saldırı gerçekleşmiş, bu saldırılar sonucu Birleşik Filo ağır kayıplar vererek boyunun ölçüsünü almıştı. 18 Mart’ta gerçekleşen bu zafer Çanakkale Deniz Savaşları’nın zaferidir. Birçok tarihi kaynakta da bu savaşa 18 Mart Deniz Savaşı adı verilmektedir.


19 Şubat’tan 17 Mart’a kadar birçok harekât düzenleyen İtilaf Devletleri son bir taarruzla Türklerin işini bitirmek istemişti. Yaklaşık bir ay içerisinde Rumeli’deki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarımız ile Anadolu’daki Kumkale ve Orhaniye tabyalarımız tahrip edilmiş durumdaydı. Zaten bu tabyalarda bulunan toplarımız da uzun menzilli toplar değildi ve İtilaf Devletleri’nin Birleşik Filosu kendilerini güvenli bölgeye aldıktan sonra çok uzak mesafelerden top atışları yapıyordu. Bizim pek bir şansımız yoktu. 


İtilaf Devletleri, daha rahat yol almak için mayın temizliğinin yapılması gerektiğine inanıyordu ancak gece bunu yapmak çok tehlikeliydi. Bu nedenle Amiral Carden’in önerisiyle mayınlar gündüz top atışlarının yapıldığı anda temizlenecekti. İtilaf Devletleri’nin bilmediği konu ise elimizdeki mühimmatın sınırlı olması nedeniyle endişe ettikleri bölgelerde bize ait herhangi bir mayın olmayışıydı.


Sadece mayın sayımız değil, savaşta kullandığımız toplar da İtilaf Devletleri’nin kullandığı top sayısının bir hayli altındaydı. Bizim elimizde 230 top bulunmaktaydı ancak bu topların sadece 78’i bu savaşta kullanılmıştı. 17 top ise uçaksavar topu olarak kullanılmıştı. İtilaf Devletleri ise 276 topuyla Çanakkale’yi dövüyordu.


Elimizdeki kısıtlı sayıda mayını doğru bir şekilde kullanmamız gerekiyordu. Elimizdeki tek keşif uçağı ile yaptığımız keşif uçuşunda boğaza yerleştirdiğimiz mayınların büyük bir bölümünün İtilaf Devletlerince temizlendiği rapor edilmişti. Elimizde kalan 26 mayın için büyük bir özveriyle planlar yapıldı. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’ye kademeli olarak saldıracağı biliniyordu. İlk kademeyi oluşturan gemiler mühimmatı bitene kadar Çanakkale’ye ölüm yağdıracak ardından yerini ikinci kademeye bırakacaktı. Bu gemilerin rahatça manevra yapabileceği tek yer Karanlık Liman’dı. Boğazın en geniş yeri orasıydı. 8 Mart 1915’te Nusret mayın gemisi sabah 5 sularında karanlık koya gelmiş ve mayınları sahile paralel bir biçimde yerleştirmişti. Mayın temizleme gemilerinin fark etmemesi için ise bu mayınlar denize ters bir biçimde bırakılmıştı. 8 metre derinliğe bırakılmış olan mayınlar 1000 metre irtifada yapılan keşif uçuşlarında rahat bir biçimde görülebilecekken bir mucize gerçekleşmiş ve yapılan keşif uçuşunda bu mayınlar görülememiştir. 


Almanya’dan gelen üç uçaktan ilki 17 Mart’ta Çanakkale’ye ulaşmıştı. Aynı gece büyük bir özveriyle uçağın montajı tamamlanmış ve 18 Mart sabahı ilk keşif uçuşu için havalanmıştı. Uçağın savaş pilotu Serno, gözcü subayı ise Schneider’di. Yapılan keşif uçuşunda İtilaf Devletleri’nin savaş düzeni alarak ilerlediklerini görmüşler ve hemen rapor etmişlerdi. Bu bilgiler Türk savaş pilotumuz Cemal Bey’in de raporlarıyla doğrulanmış ve askerlerimiz hemen silah başına alınmıştı.


İtilaf Devletleri’nde ise Amiral de Robeck, bombardımana katılacak ağır gemilerini üç grup halinde düzenlemiş ve en güçlü dört Birleşik Krallık zırhlılarını yani Queen Elizabeth, Lord Nelson, Agamemnon ve Inflexible’yi birinci tümene almıştı. Bu zırhlıların görevi Osmanlı Merkez Tahkimatını bombardıman altına almaktı. İkinci tümende ise Fransızlara ait dört zırhlı bulunmaktaydı ve bunların görevi de uzaktan bombardıman altına alınan Osmanlı Merkez Tahkimatını daha yakından bombardımana altına almak ve orayı yok etmekti. Üçüncü tümen ise on bir zırhlıdan oluşmaktaydı. Dört büyük zırhlı bombardıman yaparken beş zırhlı bu zırhlıları koruyacak iki zırhlı ise geride yedek olacaktı. Tüm bu savaş gemileriyle birlikte mayın tarama gemileri, kruvazörler ve destroyerler de harekâta katılacaktı. Harekâta toplam 16 zırhlı, 4 kruvazör, 14 destroyer, 7 denizaltı, 21 mayın tarama gemisi, otuzdan fazla bot, bir muhrip ana gemisi, bir gambot ve çeşitli destek gemileriyle birlikte 100 parçalık bir donanma katılmıştı. Ne kadar korkunç…


18 Mart sabahı Agamemnon zırhlısı önderliğinde taarruz başlamış ve 10.30’dan 11.30’a kadar bir saatlik yoğun bir bombardıman yapılmıştı. Bu bir saatlik süreç içerisinde vurulması planlanan bölgelerimize adeta ölüm yağıyordu ve biz bu saldırılara ya hiç cevap veremiyorduk ya da birkaç cılız ateşle karşılık verebiliyorduk.


Durumu gören ve bizi yeneceğini zanneden Amiral De Robeck, B Hattı’ndaki zıhlıların A hattına geçmeleri emrini vermiş ve bu emirle harekete geçen zırhlılar yerlerini alırken bizim de karşı atışlarımız başlamıştı. İlk vurulan Inflexible oldu. Toplarımız peşi sıra zırhlıya isabet ediyordu. Zırhlı dumanlar çıkararak geri çekilmek zoruna kalmıştı. Queen Elizabeth de isabet almaktaydı. Ardından Agamemnon…O da tam 12 isabet almıştı. İtilaf Devletleri’nin yenilmez diye adlandırılan donanması birer birer Türk topçularımız tarafından vurulmaktaydı.


Batı’da ise Fransız donanmasına ait Gaulois ve Bouvet ardı ardına isabet almaktaydı. Bouvet aldığı isabetler sonucu geri dönüş manevrasına başlamış o sırada Nusret’in döşediği mayınlara çarparak 660 mürettebatıyla birlikte batmıştır. Saat 16.45’te ise topçularımız Irresistible zırhlısını vurmaya başlamıştır ancak onun akıbeti de Bouvet gibi olmuş ve o da mayına çarparak batmıştır.


Saat 17.30 sularında Rumeli Mecidiye tabyasından Ocean’a üç top mermisi isabet etmiş ve bu isabetlerin ardından zırhlının dümen tertibatı parçalamıştı. Aldığı isabetlerle manevra yapamaz konuma gelen Ocean da bir mayına çarparak batmıştı. Türk savaş stratejilerini hafife alan Birleşik Filo, üç zırhlısının batmasını ve dört zırhlısının da ağır hasar alarak savaş dışı kalmasını sadece seyredebilmişti.


Gün bittiğinde 79 vatan evladımız şehit düşmüştü ve İtilaf Devletleri de 800 kayıp vermişti.


Çanakkale Boğazı’nı sadece donanma gücüyle geçemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri ise 25 Nisan 1915 günü kara harekâtına başlamış ve bir yenilgiyi de karada almıştır.


Çanakkale Zaferi, yalnızca askeri bir zafer olarak görülmemeli. Bu zafer aynı zamanda millî bir uyanışın, milletimizin özgüvenini kazanmasının, bir uyanışın ve birlik ruhunun da simgesi. Çanakkale Zaferi olmasaydı milletimiz belki de Kurtuluş Savaşı’ndaki o inancı ve azmi bulamayacaktı. Çanakkale Zaferi olmasaydı Kurtuluş Savaşı da kazanılamaz ve bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti kurulamazdı. O gün orada kazanılan zaferle birlikte biz dünyaya Türk’ün gücünü bir kez daha gösterdik. Bu çok kıymetli. Bugün hâlâ Batı’ya karşı gerek sportif gerek siyasi gerek ekonomik zaferlerin de temelinde Çanakkale Zaferi yatıyor. O zafer bizim bugün ilham kaynağımız.


Umarım bu zaferin kıymetini binlerce kilometre uzaktan gelen Anzaklar gibi bizler de nesillerden nesillere aktarmayı sürdürebiliriz. O gün orada neleri başardığımızı gören Türk genci yeniden özgüvenini kazanır ve millî bilincine kavuşur. Bu değerimizi korumamız çok önemli.


Çanakkale Zaferi ve ruhu ile ilgili edebiyatımızda hepsi birbirinden kıymetli birçok harika şiir var: Mehmet Akif’ten “Çanakkale Şehitlerine”, Faruk Nafiz’den “Çanakkale Destanı” ve “Bayrak Altında”, Necmettin Halil Onan’dan “Bir Yolcuya”, Yahya Kemal’den “Akıncılar”, Ziya Gökalp’ten “Asker Duası”, Ahmet Muhip’ten “Bayrak”, Bülent Ecevit’ten “Çanakkale”, Mehmet Emin’den “Bırak Beni Haykırayım”, Fazıl Hüsnü’den “Bir Memet Daha” … Saymakla bitiremeyiz. Ben içlerinden Çanakkale’ye gittiğimizde dağa yazılan enfes dizesiyle Necmettin Halil Onan’ın “Bir Yolcuya” adlı şiirini sizlerle paylaşacağım:


Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğdugu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.