Bugün 12 Mart. Bundan tam 103 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını temsil eden İstiklâl Marşımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde coşkulu alkışlarla kabul edildi. Tarihte kurulan tüm devletlerin oluşumunda ve bağımsızlık vurgusunda belirleyici bir unsurdur marşlar. Bilinen ilk Türk devleti Büyük Hun Devleti’nden günümüze bağımsızlıklarına düşkün Türk milleti marş ve bayrak konusuna önem vermiş ve kopuzlar, çalgılar ve davullarla Türk milletinin duygularına tercüman olmaya çalışmışlardır. O zamanlardan günümüze kadar uzanan bu gelenek Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve bağımsızlığının haykırılması için de devam ettirilmiştir.  Haydi gelin, İstiklâl Marşımızın nasıl kabul edildiğine ve bize neler hissettirdiğine beraber bakalım:

19 Mayıs 1919’da Samsun’da yakılan bağımsızlık ateşi yurdumuzu sarmış ve Anadolu’nun dört bir yanında halk, “Namusumuz” dediği vatanını savunmaya başlamıştı. Kısıtlı imkânlar ve düzenli olmayan bu mücadelelerin önemini gören Mustafa Kemal Atatürk, 8 Kasım 1920 yılında düzenli orduya geçilmesi teklifini meclise sunmuş ve yapılan görüşmenin ardından bu teklifi kabul edilmişti. Halkın tam bir seferberlik örneği göstermiş tüm fedakârlıkları yapmış bu süreçte kısa bir süre zarfında ordunun ihtiyaçlarının büyük bir kısmı karşılanmıştı. Bu süreçte cephede ve cephe gerisinde moral desteği vermek için büyük çaba sarf edilmişti. Ancak her ne kadar vatan evlatları ülkelerini düşman işgalinden kurtaracak maneviyata sahip olsalar da onların bu duygularını ortak bir dille aktarabilecekleri bir eserin eksikliği hissediliyordu. Bu eksikliğin giderilmesi için de bir millî marşın yazılması hususu hem Türk halkı hem de Türk ordusunun maneviyatını karşılamak için atılan en önemli adımlardan biri olmuştu.

Peki, İstiklâl Marşımızdan önce düzenli ordunun millî duygularını yansıtan ve düşmana karşı direncini artıran şiirler yok muydu? Elbette vardı. Yine Mehmet Akif Ersoy’a ait “Ordunun Duası” adlı şiirini Ali Rifat Çağatay bestelemiş ve bu şiir askerler arasında okunmaya başlanmıştır. Bu şiirinde Mehmet Akif, İstiklâl Marşı’nın coşkusunun ilk izlerini bize göstermiştir:

Yılmam ölümden, yaradan, askerim

Orduma 'Gazi' dedi Peygamber'im

Bir dileğim var ölürüm isterim

Yurduma tek düşman ayak basmasın

Âmin desin hep birden yiğitler

Allahuekber gökten şehitler

Âmin! Âmin! Allahuekber

Türk eriyiz silsilemiz kahraman

Müslümanız Hakk'a tapan müslüman

Putları Allah tanıyanlar, aman

Mescidimin boynuna çan asmasın

Âmin desin hep birden yiğitler

Allahuekber gökten şehitler

Âmin! Âmin! Allahuekber

Millet için etti mi ordum sefer

Kükremiş arslan kesilir her nefer

Döktüğü kandan göğe vursun zafer

Toprağa bir damlası boşa akmasın

Âmin desin hep birden yiğitler

Allahuekber gökten şehitler

Âmin! Âmin! Allahuekber

Ey ulu Peygamberimiz nerdesin

Dinle minaremde öten gür sesin

Gel! Bana yar ol ki cihan titresin

Kimse dönüp süngüme yan bakmasın

Âmin desin hep birden yiğitler

Allahuekber gökten şehitler

Âmin! Âmin! Allahuekber

Dönemin Millî Eğitim Bakanlığı, Kurtuluş Savaşı’nın milli bir ruh içinde kazanılmasını sağlamak amacıyla bir marş yarışması düzenlemeye karar verdi. Tek amaç bu da değildi. Özellikle yeni kurulacak devletin dış ilişkileri ve diplomatik görüşmelerde millî bir marşın olması çok önemliydi. Aralarında Mehmet Akif Ersoy’un da yer aldığı “İşrat Heyeti” Türk milletinin ve ordusunun manevi ihtiyaçlarını karşılayacak, Türklerin cesaretini ve bağımsızlığa olan tutkusunu anlatacak bir marşın yazılması gerekliliğini sürekli olarak gündemde tutmuş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açtığı yarışmayı desteklemişlerdi.

İstiklâl Marşı yarışması “Şairlerimizin Nazar-ı Dikkatine” başlığı ile 25 Ekim 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde şu şekilde ilan edilmişti: “Milletimizin dâhili ve harici istiklâli uğrunda girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklâl Marşı, Umur-u Maarif Vekâleti Celilesi’nce müsabakaya vaz edilmiştir. İşbu müsabaka, 23 Kanun-ı evvel sene 1336 tarihine kadar olup bir heyet-i edebiye tarafından gönderilen eserlerden intihap olunacak ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükâfat verilecektir. Ve yine la akal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bilahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar Ankara’da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâletine yapılacaktır.”Bu yarışmaya ülkenin dört bir yanından yedi yüzün üzerinde şiir katıldı. Dönemin önemli sanatçılarından Hüseyin Suat Yalçın, Kemalettin Kamu gibi usta isimler ve Kâzım Karabekir gibi Türk milletinin önderlerinden biri de bulunuyordu. Yapılan incelemelerin sonucunda aranan millî duyguyu yansıtan bir şiir bulunamamıştı.

İstiklâl Marşı için yarışmanın açıldığı günlerde Burdur Mebusu Mehmet Akif Bey görevli olarak Kastamonu’daydı. 1920 yılının sonlarına doğru millî marşın yazılması hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kapsamlı bir görüşme ve tartışma ortamı sağlanmıştı. Millî Marş yarışmasının ilanından sonra 23 Aralık 1920 tarihine kadar Millî Eğitim Bakanlığı’na gönderilen hiçbir eser seçilememişti. Mehmet Akif Bey ise İstiklâl Marşı’nın bir yarışma olduğu ve sonucunda da ödül konulduğu için katılmak istememişti.Usta şair, yakın dostu Hasan Basri Çantay’a bu durumu şöyle anlatmıştı:

“İstiklâl Marşı’nın İstiklâl Mücadele’sinin içinde Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan Mehmet Akif tarafından yazılmasını kendisine söylediğimizde o ‘Ben ne müsabakaya girerim ne de caize alırım!’ demişti. Ben ricalarımı tekrar ettikçe o da aynı sözü söylemiş ve ‘Bırak yazsınlar. Ben bu yaştan sonra yarışa mı gireceğim ayıp değil mi?’ demişti.

Bir gün Hamdullah Suphi Bey beni mecliste gördü ve ‘Şimdiye kadar 500’den fazla marş geldi. Ben hiç birisini beğenmedim üstadı ikna edemez misin?’ diye sordu.Ben, Akif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor; eğer buna bir çare ve bir şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım. Düşündü dedi ki ‘Ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tabi olacağımızı bildireyim.Fakat tezkireyi siz kendisine veriniz.’ Ben de uygun gördüm. Yarım saat sonra getirip tezkireyi bana verdi.”

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” ve “Bülbül” gibi şiirlerinden çok etkilenmiş ve Mehmet Akif Ersoy’a yarışmaya katılması için bir davet mektubu yazmıştı. Yazılan bu davet mektubunun sonucunda fikrini değiştiren Mehmet Akif, “ödül parasının yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan Darülmesaiye bağışlanması” şartıyla Ankara’daki TaceddinDergahı’ndaki odasına kapanarak İstiklâl Marşı’mızı yazmıştır.Mehmet Akif İstiklâl Marşı’nı yazarken derin bir tefekküre dalarak saatlerce düşünmüş ve milletin sabırsızlıkla beklediği şiirini on gün içerisinde tamamlayarak milletine armağan etmiştir.

Mehmet Akif İstiklâl Marşı’mızda Türk ordusunun Kurtuluş Savaşı’nı kazanacağına olan inancını, Türk milletinin ve Türk ordusunun cesaretine ve özverisine olan güvenini, Türk milletinin bağımsızlığa, Allah’a, vatanına ve dinine olan bağlılığını dile getirerek Türk milletinin ve ordusunun ihtiyaç duyduğu milli ve manevi değerlerin ortak sesi olmayı başarmıştır. Batı Cephesi’ne gönderilen marşımız önce askerlerimize okunmuş ve askerlerimiz marşımızı coşkuyla karşılamıştır.

12 Mart 1921’de ön elemeyi geçen yedi marşın, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunmasına karar verilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında tartışmaya açılmıştır. İstiklâl Marşı’mız Hamdullah Suphi tarafından kürsüde okunduğunda tüm milletvekilleri büyük bir heyecana ve duygu seline kapılmış; yapılan oylamada diğer şiirlerin okunmasına gerek duyulmadan İstiklâl Marşımız kabul edilmiştir. Falih Rıfkı’nın aktardığına göre o gün Hamdullah Suphi, milletvekillerinin yoğun isteklerinin karşısında duramamış ve defalarca kez marşımızı kürsüden aynı coşkuyla okumuştur.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Mecliste marşı en ön sırada ve ayakta alkışlayarak dinlemiş ve marşın kabulünden sonra, İstiklâl Marşı’nın önemini şu sözlerle açıklamıştı: “Bu marş, bizim inkılâbımızın ruhunu anlatır… İstiklâl Marşı’nda davamızı anlatması bakımından büyük manası olan mısralar vardır. En beğendiğim yeri şu mısralardır: ‘Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet, hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.’ Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır… Bu demektir ki efendiler Türk’ün hürriyetine dokunulamaz!”

Mehmet Akif, tüm eserlerini topladığı Safahat adlı kitabına İstiklâl Marşı'nı koymadı. Nedenini "Ben onu milletimin kalbine gömdüm" sözleriyle açıkladı.

O günlerden bugüne İstiklâl Marşı’mızı mecliste okunduğu ilk anki coşkuyla okuyor ve onu her duyduğumuzda duygularımıza engel olamıyoruz. Umarım, gelecek nesiller de İstiklâl Marşı’na olan bağlılıklarını ve hassasiyetlerini korur ve yaşatırlar.

Mehmet Akif’in de dediği gibi “Allah Bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.”

Bugün kapanışta bir şiir yok, hepimizin on kıtasını ezbere bildiği Türk edebiyatının en mükemmel şiiri var:

İSTİKLÂL MARŞI

-Kahraman Ordumuza-

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;

O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!

Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?

Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,

“Medeniyet” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı,

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı,

Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?

Şüheda fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ.

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûdâ,

Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.

Ruhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:

Değmesin ma’bedimin göğsüne namahrem eli.

Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-

Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,

Her cerihamdan, İlahî, boşanıp kanlı yaşım,

Fışkırır ruh-i mücerret gibi yerden naaşım,

O zaman yükselerek Arş’a değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.

Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.

Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;

Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl.