Antik Yunan filozoflarından Herakleitos “Her şey değişir, her şey sürekli bir akış içindedir, her şey akar; bir nehre iki kez giremezsiniz çünkü ikinci seferinde ne o nehir aynı nehirdir ne de siz aynı sizsiniz.” der. Yani, “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” der. Doğada, bitkilerde, hayvanlarda, yeryüzü ve gökyüzü olaylarında, insan ve davranışlarımızda yani kısaca evrendeki her şeyde izleyebildiğimiz değişimden neden bu kadar çok korkuyoruz?

Hepimizin anne kucağı gibi güvende hissettiği konfor alanları var. Hayatımızı da bu konfor alanının devamlılığına harcıyoruz. Konfor alanımızdan uzaklaşmadığımızda da gelişemiyoruz. Toplumsal yaşamımız bireylerin oluşturduğu konfor alanlarının birleşiminden ibaret. “Aman, ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey!” mottosuyla çevremizde olan bitene kayıtsız kalmayı “toplum düzeni” olarak adlandırıyoruz. Çoğumuz da bu düzene alışıyor ve değişmekten kaçıyoruz. Mevcut statükoyu korumaya çalışmamız da bundan.

Değişimden korkmanın sebeplerini araştıran bilim insanları bu konu hakkında birkaç madde bulmuşlar biraz onlardan bahsetmek istiyorum:

Değişimin önündeki en büyük engel belirsizliğin yaratmış olduğu korkudur. Sürekli bilmeye ve bildikçe de yaşadığı dünyayı daha iyi kurgulayacağımıza olan inancımız yüzünden değişimin getireceği belirsizliğe karşı oldukça büyük bir inancımız var. “Biliyorsam güvendeyiz, bilmiyorsam tehlikedeyiz.” düşüncesi insanların doğaya hükmetmeye başladığı dönemden beri getirmiş olduğu bir kod. Belirsizlik bizi endişelendirir ve zihnimiz belirsizlikle mücadele etmek için kurgusal bir hikaye oluşturur. Anne baba olanların çok yakından ilişki kuracağı bir örnek verelim: Çocuğumuz eve dönmekte geç kaldıysa “Başına bir şey mi geldi?” endişesiyle oluşturduğumuz tüm hikayeler aslında belirsizliğin getirmiş olduğu endişelerden kaynaklanıyor. Çocuğumuzun büyüyüp değiştiğini ya da başına bir şey geldiyse bile yaşanacak olan değişimlerden korktuğumuz için böyle duygular içine düşüyoruz.

Değişim, konfor alanlarımızdan uzaklaşmayı yani güvenli alandan çıkmayı gerektirdiğinden bizde bir güvensizlik duygusu oluşturur. Çünkü değişimler az ya da çok belirsizliktir. Temelini bilgisizlik ve korkuların oluşturduğu meçhule giden gelecek anlayışı da değişime olan direnci artıran unsurlardır. Bunu direnci görebilmek için kendimize ve çevremize bakmamız yeterli. “Ondan daha iyisi mi var?”, “O giderse başa kim gelecek?”, “Bu markadan şaşmayacaksın arkadaş, diğerleri bunun yaptıklarını yapamaz!” ve benzeri cümleleri ya duyuyor ya da söylüyoruz, öyle değil mi?

Alışkanlıklarımızın esiri olmaktan kurtulmayı öğrenmemiz gerekiyor. Yeni bakış açılarına açık olmamız, başkası gibi düşünmeyi öğrenmemiz ve kalıplarımızı yıkmamız gerekiyor.

-Bu cümleyi yazarken yıkamadığım kalıplarım aklıma geldi, kelin ilacı olsa kendi başına sürermiş.-

Bireysel açıdan değişikliklere gösterdiğimiz direnç; gelişimimizi, olgunlaşmamızı ve sorunlarımızdan kurtulmamızın önündeki en büyük engel. Biraz önce dediğim gibi değişmeyi ve kalıplarımızı yıkmayı size öğütlerken aslında kendi kalıplarımın da olduğunun farkına vardım. Bu yazıyı yazmaya karar verip birkaç cümle yazmaya başlamadan önce bunun farkında bile değildim.

Hayatın geçiciliğini kabul etmek de bize acı veren ve değişmekten korkmamıza neden olan başka bir etmen. Bir şeyin bitmesi ve sonrasında yaşayacaklarımız bize korku verir. Zihnimiz de geleceğin bize neler getireceğini açmak yerine eski hikayeleri yeniden şekillendirir ve biz yeni bir hayata adım atsak da eskide yaşamaya devam ederiz. Bitirdiğimiz romantik ilişkilerimizi düşünelim. Eğer gerçekten bitirip yeni bir hayata adım atmaya hazır değilsek eski ilişkimizin kısır döngüsünden kurtulamayız. O duyguyu hala yaşadığımıza, partnerimizin de bizimle aynı duyguları paylaştığına kendimizi inandırırız. Ülkemizdeki kadın cinayetlerinin büyük bir çoğunluğu da bu yüzden gerçekleşmiyor mu? Biten bir ilişkinin bittiğini kabul etmeyip eski duyguları yaşamaya devam eden insan erkeği, karşı tarafın aynı duygu ve düşüncede olmadığını görünce onun yaşama hakkını elinden almıyor mu?

Değişmekten korkmanın bence en somut nedeni başarısızlık korkusu. Güzel ülkemde bir yerlere gelmenin tek yolu her konuda başarılı olmak olduğundan toplumdaki her bireyin özellikle de gençlerin yaşadığı en büyük korku başarısızlık korkusu. Başarısız olmayı kabullenemiyoruz. Başarısızlığımızdan ders çıkarmayı, öz eleştiri yapmayı da başaramıyoruz. Bunun nedeni de bence başarısızlığı bir varış noktası olarak görmemiz. Ancak başarısızlık bir varış noktası değil ara duraktır. Bir başarıdan söz edilmesi gerekiyorsa bunun arkasında başarısızlıklardan çıkardığımız dersler olmalıdır. Siyahla beyaz gibi düşünün. Beyazın saflığından ve lekesizliğinden bahsedebilmek için siyahın olması gerekmez mi? Başarısızlık korkusu değişime olan isteksizliğimizi pekiştirir. Bir konuda bir kez başarısız olduysak ondan vazgeçmemeyi üzerine gidip o konuda başarılı olmayı öğrenmemiz gerek. Değişmek, cesaret işi.

Değişime olan direncimize eklemlenen başkaları da varsa değişime olan direncimiz katlanarak artıyor. Bizim gibi düşünen veya hisseden başkalarının olması konfor alanımızdan çıkmamızı engelleyip alışkanlıklarımızın devam etmesine neden oluyor. Buna hem ülke siyasetimizi hem de şehrimizin siyasetini örnek gösterebiliriz. -Ooo enseme vurdu Silivri’nin soğuğu.-

Değişim korkusunu yenmenin de birkaç yolu var aslında. Biraz bireysel çabalarımızla biraz da başkalarından aldığımız desteklerle baş edilebilecek bir korku. Öncelikle değişmek istemekle başlamalıyız. Bireysel olarak göstereceğimiz ilk çaba bu olmalı. Konfor alanımızdan uzaklaşacağız, çeşitli olumsuz düşünceler tanıyacağız ve bunlarla baş etmenin yollarını öğreneceğiz. Değişmenin zor olduğunu kabulleneceğiz, önce en kötüsünü düşünmeyi bırakacağız ve değişimle gelen yeni hayatın olumlu yönlerini görüp ondan ilham alacağız. İşin en zor kısmı bence bu. Değişimle geleni kabullenmek.

Bunun dışında çevremizde bize destek olacak dostlar edinmek de değişim korkumuzu yenebilmek için önemli bir etmen. Değişim yolunda yaşayabileceğimiz her türlü zorlukları paylaşacağımız, destek alacağımız insanların olması yaşayacağımız yeni deneyimlerle cesurca yüzleşmemize yardımcı olacaktır. Dostlarınızdan destek almaktan çekinmeyin. Onlar zor günlerinizde yanınızda olmak için hayatınızdalar.

Her zaman en kötü senaryoları düşünmek yerine geçmişte yaşadığımız olumlu şeylere odaklanmak da işimizi kolaylaştırır. Geçmişte başarılı olduğunuz her şey gelecekte de başarabileceğiniz şeylerdir. Bir şeyi başarmak için geliştirdiğiniz stratejilere odaklanın, sorunun bir parçası olmak yerine çözümün bir parçası olmayı deneyin. Geçen hafta, eskiden başarabildiğim bir şeyi tekrar başarmayı denedim. Üniversite yıllarında haftada en az üç kitap bitirirdim. Öğrencinin tek amacının öğrenmek olduğunun bilincindeydim ve bunları da aynı anda okumaya özen gösteriyordum. Zaman içerisinde farkında olmadan yaşadığım değişimler nedeniyle çok uzun zaman bu yeteneğimi kullanamadım. Yeniden bu yeteneğimi kullanmaya çalıştığımda yaşadığım zorluğu anlatmamın tarifi yok. Bunu daha önce başardığımın farkında olmasam ve üzerine gitmesem bunu tekrar başarmamın imkanı yoktu.

Son olarak, profesyonel destek almayı denemek de çok önemli. Bireysel olarak başa çıkamadığımız durumlarda kendimizi profesyonellerin eline bırakmak aşmaya çalıştığımız engelleri kolaylıkla aşabileceğimize olan inancımızı artırır. Ülkemizde destek almayı dostlarımızla halletmeye çalışsak da tarafsız bir gözle değerlendirilmek daha doğru olacaktır.

Eskişehirli olmaktan her zaman gurur duyan biriyim. Bunu her fırsatta söylemekten de mutluluk duyuyorum. Eskişehir’in eskiden yeniye evirilmesine şahit olmuş biriyim. İlk tramvay seferini, Porsuk Çayı’nın ıslah edilmesini, şehre açılan alışveriş merkezlerinin açılış törenlerini, şehrin sıradan bir Orta Anadolu şehrinden Avrupa kenti imajına dönüşünü ve daha nicelerini… Değişmekten korkmayan çağdaş bir kent olma yolunda emin adımlarla ilerledik. Bence artık değişimi gerçekleştirenlerin de değişmesi ve yeni gelenlerin değişimlerini görme zamanı. Eskişehir’in yaşadığı değişimler Eskişehirlilerin alışkanlıkları haline geldi, alışkanlık varsa orada değişimden söz etmemizin mümkün olmadığını yukarılarda bir yerlerde belirtmiştim. Seçimler yaklaşıyor, görelim bakalım neler değişiyor?

Yazımı Âkif Paşa’nın hiçliği anlattığı ve Tanzimat Edebiyatı’nın değişim fitilini ateşleyen “Adem Kasidesi” şiirinden çok sevdiğim iki beyit ile bitireceğim. Sağlıcakla kalın.

Ben o bîzâr-ı vücudum ki dil-i gamzedeme
Üns-i mavtın görünür vahşet-i sahra-yı adem

(Ben varlığımdan öylesine usanmışım ki, yokluk çölünün ıssızlığı gamlı gönlüme yuvamın sıcaklığı gibi gelir.)

Mahv-ı hâk-i reh-i şâhenşeh-i kevneynim ben
Ne tevellâ-yıvücûd ü ne teberrâ-yı adem

(Ben iki cihan şahlar şahının yolunun toprağında yok oldum; ne varlığa yaklaşırım ne de yokluktan uzaklaşırım.)