Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28. Dönem 3. Yasama yılı sona eriyor. Siyaset meydanının meclis cephesi bir süre sükunetini koruyacak. Yaz boyunca kurultay iptal davasının akıbeti (ki görünen, ertelemenin muhtemel olduğu yönündedir), belediyelere yönelik operasyonlar ve akamete uğramış açılım süreci, gündemin hararetini diri tutacak.
Ne yazık ki rutinleşen bu tartışmalar yeni yasama yılının başlamasıyla son bulacak ve yerini başka çalkantılara bırakacaktır. Yasama yılının açılışında Cumhurbaşkanı, alışılagelmiş bir kararlılıkla şunları dile getirecektir: “Yeni ve sivil bir anayasa bizim milletimize verdiğimiz bir sözdür. Bundan geri dönüş yoktur. Siyasi hesapların ötesine geçerek, Türkiye Yüzyılı vizyonunu taşıyacak uzun soluklu bir anayasayı bu dönem içerisinde milletimize kazandıracağız.”

Bu sözler, Meclis’in ekseriyeti tarafından, DEM Grubu dâhil, alkışlarla karşılanacak, bir tür biat alameti olarak kayda geçecek.

Yaz boyunca Ak Parti gayretin hakkını vermiş anayasa taslağını nihayete erdirmiş, gerekli temasları kurmuş olacak. CHP ise kendi iç davasına, ertelenen kurultaya ve eski genel başkanın gölgesine takılı kalmış, söylemde değilse de fiilde siyasetin dışına düşmüş bir hâlde bulunacak. Mücadele değil, meşguliyetle yorulmuş; rekabet değil, iç hesaplaşmayla tüketilmiş…

Derken siyaset, yeni bir kırılma hattında şekillenecek: 400 sandalye eşiği. Ak Parti ve MHP; DEM Grubu ile 23 milletvekiline sahip Yeni Yol ittifakının desteğini firesiz sağlamak için kulis üstüne kulis yapacak. Hatta vaktiyle ertelenen CHP kurultay davası, eski yönetime yakın isimlerle yapılacak pazarlıkların masasına sürülecek.

Maddeler oylanacak, Türkiye yeni anayasasına kavuşacak. Bu anayasa, iktidarın hareket sahasını genişletecek; 2023’ten bu yana sıkça zikredilen “Türkiye Yüzyılı” söyleminin hukuki zeminini tahkim edecek.

Meclis aritmetiğinin hükmü sona erdiğinde yeni anayasaya uygun yeni bir kabine zaruret arz edecek. Sadece bakanlıklar değil, cumhurbaşkanlığına bağlı kurumlar ve birimler de bu değişimden elbet nasibini alacak.

Bir gün bakarız ki, Davut Gül, Mustafa Varank, Efkan Ala, Nebi Hatipoğlu yahut Kürşad Zorlu gibi isimler devletin yüksek makamlarına tayin edilmiş… Bir gün duyulur ki, Sedat Peker yurda dönmüş; öbür gün MHP kurultaya gidiyor…

Belki de tüm bu çizilen tablo bir siyaset kurgusu, bir senaryo gibi görünüyor olabilir. Lakin bu, içinde bulunduğumuz siyasi iklimde vuku bulması en muhtemel ihtimallerden biridir. Zira Türkiye siyaseti, çoğu zaman “olmaz” denileni mümkün, “imkânsız” denileni vakıa kılmayı başarmıştır.

Elbette kaderin ne getireceği bilinmez; fakat yaşanacakların öncesinde bir söz söylemek, yarını bugünden kayda geçirmek bir mesuliyettir. Zira bazen hakikat, ancak vakit dolduğunda idrak edilir.

Yaşanacak.
Görülecek.