Alpu ilçesi Karahöyük Mahallesi’nde, aileleriyle birlikte çadırlarda yaşam mücadelesi veren tarım işçileri, elektrik ve su gibi en temel insani ihtiyaçlardan yoksun bir halde hayatta kalmaya çalışıyor. Mehmet Arslan’ın isyanı, Hamit Kaya’nın feryadı, bu topraklarda emekçinin nasıl bir sömürü cehennemine mahkûm edildiğini gözler önüne seriyor:
“Sene 2025, hangi çağda yaşıyoruz?”
Bu soru, yalnızca bir çaresizlik haykırışı değil, aynı zamanda kapitalist sistemin ikiyüzlülüğüne bir ayna tutuyor. Tarım işçileri, Şanlıurfa’dan Eskişehir’e, alın teriyle toprağı işlemek, bu ülkenin gıda zincirini ayakta tutmak için yollara düşüyor.
Peki, karşılığında ne buluyorlar?
Çadırlarda geçen bir ömür, elle yıkanan çamaşırlar, bozulan etler, hastalanan çocuklar ve çalışmayan buhar makineleri. Elektrik yok, su yok, yol yok. “Bize bakan, sahip çıkan, destek veren yok,” diyor Mehmet Arslan.
Bu tablo, kapitalist üretim ilişkilerinin en çıplak halini yansıtıyor. Mevsimlik tarım işçileri, üretim sürecinin en alt halkasında, adeta modern köleler gibi sömürülüyor. Onlar, toprağı ekip biçen, sofralarımıza gıda ulaştıran emekçiler; ama ne ironiktir ki, buzdolapları çalışmadığı için kendi gıdalarını bile muhafaza edemiyorlar. Kadınlar, çamaşırlarını elleriyle yıkamak zorunda kalırken, çocuklar hastalıkla boğuşuyor.
Bu, yalnızca bir “altyapı eksikliği” meselesi değil; bu, kapitalizmin emekçiyi insanlıktan çıkaran, onu en temel haklarından mahrum bırakan yapısal bir şiddetidir.
OEDAŞ’ın açıklaması ise, bürokratik ve sermaye yanlısı bir zihniyetin tipik bir yansıması. “Kalıcı yapı sınıfında herhangi bir yapının bulunmaması” gerekçesiyle sorumluluğu üzerinden atan bu kurum, sorunun özünü görmezden geliyor.
Elektrik ve su, bir lüks değil, bir haktır!
Valilik belgeleri, onaylatılacak projeler, tesisat hazırlıkları gibi prosedürler, emekçinin sırtına yüklenen yeni bir zincirdir.
Elektrik ve su, bir “proje” meselesi değil, bir insan hakkıdır.
Belediyeler, kaymakamlıklar, milletvekilleri; hepsi “Gidin, hallederiz” diyor, ama halleden yok. Seçim zamanı oy avcılığına çıkanlar, emekçinin çaresizliğini unutuveriyor.
Tarım işçileri, üretim sürecinin ayrılmaz bir parçasıyken, ne üretim araçlarına ne de ürettikleri değerin karşılığına sahip. Onlar, sermayenin ucuz emek deposu; karın tokluğuna çalıştırılan, sonra da çadırlarda unutulan bir sınıf.
Peki, çözüm nerede?
2025’te, “hangi çağda yaşıyoruz?” sorusu, kapitalizmin utanç tablosudur.
Mevsimlik tarım işçilerinin çığlığı, hepimize bir çağrıdır: Bu düzen değişmeli, emekçi sınıflar hak ettikleri insanca yaşama kavuşmalı.
Mehmet Arslan’lar, Hamit Kaya’lar yalnız değildir; onların mücadelesi, hepimizin mücadelesidir!