Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin “Kent Lokantaları” ve “Askıda Yemek” uygulaması, ilk bakışta yürekleri ısıtan bir dayanışma hikâyesi gibi görünüyor. 7 ayda 31 bin 166 öğün yemek ihtiyaç sahiplerine ulaşmış, toplamda 160 bin 38 öğün servis edilmiş. Günde ortalama 1.200 kişi bu lokantalardan sıcak yemek almış.
Belediye Başkanı Ayşe Ünlüce’nin dediği gibi, bu bir “iyilik hareketi” ve dayanışma kültürü. Peki, bu güzel tablonun ardındaki gerçek ne? Bu lokantalar, yoksulluğu ortadan kaldırıyor mu, yoksa sadece sürdürülebilir hale mi getiriyor?
Türkiye’de yoksulluk, artık bir istisna değil, bir gerçeklik. Gelir dağılımındaki adaletsizlik her geçen gün derinleşiyor. TÜİK’in en iyimser rakamları bile milyonlarca insanın temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söylüyor. İnsanlar market raflarına bakarken hesap makinesiyle dolaşıyor, çocuklar okula aç gidiyor, emekliler faturalarını ödeyemiyor. İşte tam bu noktada, Kent Lokantaları gibi girişimler bir can simidi gibi görünüyor. Ama unutmayalım, can simidi sizi kurtarır ama karaya çıkarmaz. Karaya çıkmak için daha büyük bir gemiye, yani merkezi hükümetin yoksullukla mücadelede köklü politikalarına ihtiyaç var.
Eskişehir’deki bu lokantalar, CHP’li belediyelerin sosyal belediyecilik anlayışının bir yansıması. İnsanlar aç kalmasın, bir tabak sıcak yemeğe ulaşsın diye gece gündüz çalışıyorlar. Ama bu çaba, ne yazık ki iktidarın ekonomi politikalarındaki eksikliklerin üstünü örtmekten öteye gidemiyor. Hükümet, asgari ücreti enflasyon karşısında eritirken, emekli maaşlarını komik seviyelere mahkûm ederken, vergilerle dar gelirlileri boğarken, yoksulluğu çözmek yerine “yönetmeyi” tercih ediyor. CHP’li belediyeler ise bu tabloya pansuman yapıyor. Kent Lokantaları, açlığı bir nebze dindirse de, yoksulluğu ortadan kaldırmıyor; sadece onunla yaşamayı biraz daha katlanılır hale getiriyor.
Peki, bu dayanışma ruhu kötü mü? Elbette değil. İnsanların birbirine el uzatması, bir tabak yemekle bile olsa dayanışma göstermesi paha biçilmez. Ama bu dayanışma, bir devletin asli görevi olan sosyal adaleti sağlama yükümlülüğünü gölgelememeli. Yoksulluğu sürdürülebilir kılmak, onu normalleştirmek demek.
Oysa bizler, çocuklarımızın karınlarını doyurmak için “askıda yemek” kuyruklarına girmesine gerek kalmayan bir ülke hayal ediyoruz. Bunun için ne lazım? Adil bir vergi sistemi, insanca yaşayacak bir asgari ücret, emeklilere hak ettikleri maaş, gençlere iş imkânı, kısacası gelir dağılımını düzeltecek cesur politikalar.
Eskişehir’deki Kent Lokantaları, bir belediyenin elinden gelenin fazlasını yaptığını gösteriyor. Ama bu, iktidarın sorumluluğunu unutturmasın. CHP’li belediyeler, yoksulluğun acısını hafifletmek için canla başla çalışıyor, ama asıl mesele o yoksulluğu doğuran sistemi değiştirmek. Çünkü bu lokantalar, dayanışmanın değil, yoksulluğun aynası.
Halk olarak bizler, sıcak bir tabak yemekle yetinmek zorunda değiliz. Hakkımız olan, adil bir ülkede, eşit bir şekilde yaşamak. Kent Lokantaları, bu yolda bir durak olabilir, ama asla varış noktası değil. Sorunların kökenine inip yoksulluğu bitirecek politikalar üretmek, sadece belediyelerin değil, devletin görevi. Aksi takdirde, “askıda yemek” kuyrukları uzar gider, dayanışma hikâyeleri de bir süre sonra yoksulluğun sıradanlaştığı bir ülkede yazılmayı bırakır.