Geçtiğimiz günlerde Eskişehir, iki değerli ismi ağırladı: Mahmut Tanal ve Özlem Gürses. Kamuoyunun yakından tanıdığı, hem hukuk hem medya alanında güçlü sesler. Şehre gelmeleri heyecan yarattı, sosyal medya hareketlendi, fotoğraflar paylaşıldı, methiyeler dizildi. Bu ilgi doğal. Ancak Soner Yüksel’in attığı bir tweet, tam da bu doğal karşılamanın gölgesinde kalmış bir gerçeği gün yüzüne çıkardı:
“Tamam Mahmut Tanal ve Özlem Gürses çok değerli insanlar. Popüler ve etkililer. Ancak Eskişehir biraz abartıyor diye düşünüyorum. Utku Çakırözer, İbrahim Arslan ve Jale Nur Süllü hemşehrimiz diye haksızlık yapmayalım... Bizim oğlan, bizim kız sıradanlığı bu şehre çok şey kaybettirdi.”
Bu sözlerin altını kalınca çizmek gerek.
Çünkü biz, başkasının ışığına hayranlıkla bakarken kendi güneşimize kör olmaya meyilli bir toplumuz. Uzağın büyüsü, yakının değerini çoğu zaman unutturuyor. Oysa Eskişehir’in üç muhalif milletvekili -Utku Çakırözer, İbrahim Arslan ve Jale Nur Süllü- yalnızca Meclis’te değil, sokakta, çarşıda, halkın sofrasında; kısacası Eskişehirlinin hayatının tam ortasında bir mücadele veriyor.
Utku Çakırözer’i basın özgürlüğünden çevre mücadelelerine kadar pek çok alanda aktif bir şekilde görmek mümkün. Gazeteciliğin içinden gelen bir vekil olarak, adaletsizliklerin üzerine kararlılıkla gidiyor. Hapisteki gazetecilerden Kaz Dağları’na, sansür yasasından eğitimde fırsat eşitliğine kadar birçok konuda hep ön safta.
İbrahim Arslan, Anadolu’nun bağrından çıkmış Eskişehir iliklerine kadar işlemiş, sosyal adaletin ve hukukun üstünlüğünün yılmaz savunucusu. Eskişehir’in özellikle kırsal sorunları, göçmen politikaları ve yerel kalkınma meselelerinde net ve cesur bir dili olan biri. Analizleri, tespitleri, çözümlemeleri ile sosyal demokratların ilham kaynağı…
Jale Nur Süllü ise çevre, kadın hakları ve yerel yönetimler konusunda yaptığı çalışmalarda dikkat çekici bir performans sergiliyor. Sürdürülebilir şehircilikten toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteriyor. Meclis kürsüsünde dile getirdiği konular, sokakta yankı buluyor.
Üstelik üçü de yalnızca seçimden seçime görünen isimler değil; sürekli sahadalar. Vatandaşın düğününde de varlar, cenazesinde de; çiftçinin yanında da duruyorlar, üniversitelinin sorununa da eğiliyorlar. “Bizim oğlan, bizim kız” diye sıradanlaştırılan bu insanlar, aslında sıra dışı bir çabanın ve özverinin temsilcileri.
Sözün özü, mesele sadece kimin daha görünür olduğu değil; kim gerçekten bir kentin hafızasında, nabzında, çabasında yer alıyor. Tanal ve Gürses’in kıymeti elbette yadsınamaz. Ancak kendi evlatlarımızı, kendi değerlerimizi göz ardı ederek değil; aksine onları daha iyi tanıyarak, yaptıklarını daha çok görünür kılarak ilerleyebiliriz.
Çünkü kimse kendi mahallesinde peygamber ilan edilmez belki. Ama bir şehrin umudu, bir ülkenin vicdanı kendi mahallesinde yetişenlerle büyür.
Ve artık bu gerçeği görmekte geç kalmamalıyız.