Bir devrin ayak sesleri yavaş yavaş uzaklaşıyor Gerise kalansa bir yığın çelişki, bir yığın ikiyüzlülük oluyor.
Vaktiyle kürsülerden "Cumhuriyetin bana ne hayrı dokunmuş!" diye bağıran şahsın ardından bugün, şaşılacak büyüklükte servet hikâyeleri dillerde dolanıyor.

Lakin, adil olalım: Bu mallar doğrudan onun üstüne kayıtlı değil. Resmî evraklarda adı geçmeyebilir; ama insan, hangi sofra etrafında demlendiğiyle de kendini belli eder.
Öyle sofralar ki; yoksulluk edebiyatıyla avutulan halkın sırtından, şatafatlı salonlarda kurulmuştur.

Solculuğun dilde, mülkçülüğün ise yaşamda şiar olduğu bir devirden geçiyoruz.
Türk solu... Vaktiyle Namık Kemal'lerin, Tevfik Fikret'lerin hürriyet aşkıyla yoğrulan bu damardı.

Bugün ise ne yazık ki millet düşmanları, yabancı muhipleri ve şehir eşkıyalarını aklama misyonu yükenmiş bir kavram çelişkisi haline getirilmiştir.

Artık halk için, emek için değil; bir avuç "seçkin" için, Batı'nın icazeti için yazılıp çizilmektedir her kelime, her nota, her resim.

Sırrı...
Onu yalnızca solculukla anmak, yapılabilecek en büyük yanlış olur.
Kalbinin en kuytularında bir Said Nursi hayranlığı taşırdı.
Türk milletinin kaderini kendi elleriyle tayin etmek istediği o büyük Cumhuriyet hamlesine içerlemekten, her fırsatta onu küçümsemekten geri durmadı.
Sözde devrimciliğin altına gizlenmiş bir tür modern Mısıroğluculuktu oynadığı:
Bir yanda Cumhuriyet kurumlarına sövgü, öte yanda meczuplara duyulan gizli bir hayranlık...

Sanat dünyasında da boş durmadı elbet.
Kalemi sınır ötesinden uzanan bir elin tuttuğu senaryolar, filmler. Neler neler...
Kültürel hegemonyayı kurmak isteyenlerin, gönüllü neferliğine soyunmuştu.
Sanat namına yapılan her iş, milleti milletten soğutmak; geçmişiyle, köküyle arasına duvarlar örmek için birer taş misali diziliyordu üst üste.
Ve ne yazık ki, pek çok genç zihin, bu tuzağın kurbanı oldu.

Bugün servetten, mülkten, gösterişten söz edenler, fasit dairede aynı kapıları çalıyorlar.
Mesele birkaç tapu senedi değil;
Mesele, bir zihniyetin, bir hayat tarzının, halktan kopuk bir azınlık tarafından kutsanmasıdır.
Yani mesele, sadece bir adamın ölümü değil; o adamla birlikte bir sahtekarlar çağının da ifşa olmasıdır.

Türk milletinin kaderi; ne sözde aydınlara, ne yobaz rüzgârlara teslim edilemez.
Bu toprakların mayası sağlamdır.
Bir gün mutlaka, her türlü yozlaşmayı aşacak ve kendi özüne kavuşacaktır.
Çünkü şafak vakti, her geceyi bozguna uğratır.